Gönen Köy Enstitülü Yusuf Korkut’un anısına…

Gönen Köy Enstitülü Yusuf Korkut’un anısına…

 

Gönen Köy Enstitülü eğitim çınarı, demokratik öğretmen hareketinin unutulmaz önderlerinden Yusuf Korkut 26 Haziran 2019 günü İzmir-Özdere’de aramızdan ayrıldı. 92 yaşında yaşamını yitiren Yusuf Korkut’u 27 Haziran 2019 günü Özdere’nin Kesre köyü gömütlüğünde sonsuzluğa uğurladık. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği imecesine değerli katkıları hiç bir zaman unutulmayacak. Anısı önünde saygıyla eğilirken, Yeniden İmece dergimizin 43. sayısında genel başkanımız Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın Yusuf Korkut’la yaptığı söyleşiyi sayfamıza aldık.

 
Gönen Köy Enstitülü Yusuf Korkut, 2 Temmuz 2014’te aramızdan ayrılan eşi Gönen Köy Enstitülü eşi Keziban Korkut ile Özdere’de evlerinin bahçesinde…

 

 

Gönen Köy Enstitüsü 1947, İstanbul Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü 1967  Çıkışlı Emekli Öğretmen Yusuf Korkut:

“Ben Köy Enstitülü bir sosyalistim, hayata hep emek penceresinden, bütün sol hareketlere de saygı ile baktım. Eşim Keziban Korkut bütün bu süreçlerde benim can yoldaşımdı. O olmasaydı tüm bu güçlükleri aşamazdım.”

 

Yusuf Korkut amcayı Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Özdere buluşmalarında tanıdım. Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı sosyalist, ilerici  bir öğretmen. Eşi Keziban Korkut, Gönen Köy Enstitüsü 1950 çıkışlı. 3 çocukları vardı. Yener Korkut’u, Amerika’da çok başarılı bir müzik insanıyken 2013 yılında, kızları Güven Korkut’u da daha önceki yıllarda kaybetmişlerdi. Yusuf Amca, 2 Temmuz 2014 günü de sevgili eşi Keziban Korkut’u kaybetti ve küçük oğlu Tonguç Korkut ile beraber kaldılar. 

Yusuf Amca ilerici, Köy Enstitülü bir öğretmen olarak Türkiye’nin bütün acılarını yaşadı. Sürgünler, soruşturmalarla geçen bir yaşam sürecinde o  enstitüden aldığı ışıkla, hayata hep iyiden güzelden ve emekten yana baktı.

Yusuf Amca’yı bütün yönleriyle dergiye taşımayı epeydir planlıyordum. Bu yaz Avukat Sabri Kurt Amca ile birlikte Anadolu Öğretmen Liselerinin kapatılması konusunda iptal davası çalışmasını Özdere-Orta Mahalle Kaktüs Aile Çay Bahçesi’nde yaptık. Sık sık onunla ve Mustafa Gazalcı Öğretmen’imle yan yana geldik. Yaşamın yoğunluğunun neden olduğu gecikmeyi aşarak   bu yaz  kendisiyle mutlaka söyleşi yapma konusunda anlaşmıştık. Nihayet 17 Eylül 2014 günü sabah saat 10’da Gümüldür Orta Mahallede Kaktüs Çay Bahçesi’ndeydik. 

Sevgili arkadaşım Ertuğrul Erdem ve Yusuf amcanın oğlu Tonguç Korkut da söyleşiye katıldılar. Yaklaşık iki saat boyunca ben sordum, Yusuf Amca yanıtladı. Zaman zaman hüzünlendi, olayları genellikle hatırladı ve açıklıkla aktardı. Keziban Teyze’nin kaybı onu sarsmıştı. İlerleyen günlerde  söyleşiye devam etmek üzere ara verdik. Bu arada o fotoğrafları ve bazı belgeleri hazırlayacaktı. 24 Eylül 2014 günü ikinci söyleşiyi yaparak dergi yazısını tamamlamaya karar verdik. 

İki gün sonra Yusuf Amca’nın oğlu Tonguç fotoğrafları tarayarak bana iletmişti. 24 Eylül 2014 günü aynı mekanda Yusuf Amca’ya söyleşiyi tek tek okudum. Ek sorular vardı. Onları sordum. Yaklaşık iki saat beraber olmuştuk ve söyleşi tamamlanmıştı. Çaylarımızı içtik, sarılarak sevgiyle vedalaştık. İki gün sonra metni Sevgili Tonguç’a gönderdim. O da küçük düzeltmeler yaptı… 

Yusuf Korkut, Gönen Köy Enstitülü bir eğitim kahramanıydı. Onunla bu söyleşiyi yaptığım için mutluydum, iyi ki onlar var…

 

Yusuf Öğretmenim, çocukluğunuzu, doğum yerinizi ve köyünüzü anlatır mısınız?

1927 Çal, Baklan Dağal Mahallesi’nde doğdum. 5 çocuklu bir köylü ailesinde dünyaya geldim. Köyün nüfusu o yıllarda 1000-1500 kişiydi. Köyde genellikle çiftçilik yapılır, buğday, mısır, üzüm yetiştirilirdi. Köyümüz, Baklan’a 3 km uzaklıktaydı. Çocukluğum tümüyle ailenin tarımsal faaliyetleri içerisinde geçti. Babam, ben dünyaya gelmeden,  20 yaşında vefat etmiş,  annem yeniden evlenmek durumunda kalmış. Ben daha çok annemin annesi ile beraber yaşamak zorunda kaldım.

Köy koşullarınızı ve köy ilkokulunu anlatır mısınız?

Çocukluğumda köyde okul yoktu. 1935 yılında köyümüzde 5 sınıflı bir ilkokul açıldı. Abdurrahman Deda isimli Atatürkçü, kurs çıkışlı bir öğretmen 1937 yılında köye atandı. Tek öğretmen  beş sınıfa birden bakardı. Okulumuzun ilk yılı 50 öğrencisi vardı. O yıllarda köy ilkokulları çok önemli işleri başardı. Atatürk devrimlerini ve Cumhuriyeti köylere taşıdı. Ulusal bayramlar köyde, halkın katılımıyla coşkulu bir şekilde kutlanırdı. Halk oyunları ve şiirlerle köy o gün bir ulusal bayram şöleni yaşardı. Öğretmen 50 öğrenciyi köyün sokaklarında dolaştırırdı. İlkokul yıllarında atak bir öğrenci değildim, derslerim genellikle iyiydi. Resim dersine karşı bir tutkum vardı. Okulda asılı “Yavuz Zırhlısı” resmini kara kalemle çizmiştim ve  öğretmenimiz de okul duvarına asmıştı. Bu beni çok onurlandırmıştı. 1942 yılında ilkokul bitti. Yoğun okuma arzum vardı. O yıllarda iki seçenek vardı. Ya sanat enstitüsüne gidecektim ya da Gönen Köy Enstitüsüne. Denizli’de sanat enstitüsü için sınava girdim. Ben bir yakınımın yardımıyla Gönen Köy Enstitüsüne gitmeye karar verdim. Kayıt olduktan sonra sanat okulunu kazandığım haberini aldım ama ben kararımı vermiştim, Gönen’de okuyacaktım.

Gönen Köy Enstitüsüne gidiş öykünüzü ve Gönen’deki ilk yıllarınızı anlatır mısınız?

Gönen’e trenle gittim. Çardak’tan trene bindim ve Gönen Kırıkçayır istasyonunda indim. Gönen’de beni bizim köyden benden önce giden Mehmet Erdinç, bir arkadaş grubuyla karşıladı. Okul henüz kurulma aşamasındaydı. Eğitim Gönen köyünün ilkokulunda yapılıyordu. Kayıt sırasında eğitim başı Ayhan Karasu’yla karşılaştım. Bana “Elini uzat yavrum” dedi ve elimde nasır olup olmadığına bakarak, köylü mü değil mi testini yaptı, sırtımı okşadı ve yanındakilere “Kaydedin bu çocuğu” dedi. Ben 514 numarasıyla Gönen Köy Enstitüsü öğrencisi olmuştum. Bir iki gün içerisinde giysiler verildi. Tulum şeklindeki giysileri giydiğim zaman öğrenci olduğumu hissettim ve çok mutlu oldum. Gönen’e hemen uyum sağladım ve okulumu çok sevdim. Gönen, her tarafı öğrencilerin koşturarak iş yaptığı cıvıl cıvıl bir öğretim ortamıydı. Pedagojik olarak yapılmış bir iş bölümü egemendi. Tarım işleri, teknik işler, kültür dersleri hep planlı ve örgütlü bir şekilde yürürdü.

Okul müdürünüz Ömer Uzgil’i ve öğretmenlerinizi anlatır mısınız?

Ömer Uzgil, iyi yetişmiş çok iyi bir insandı ve  bir hümanist idi. Eşi öğretmen değildi. Yanılmıyorsam İsmail Hakkı Tonguç’un akrabasıydı. Onu anamız gibi severdik. Her akşam kızlar yatakhanesine gider, kız öğrencilerin üzerlerini örterdi. Ömer Uzgil de erkek yatakhanelerini dolaşarak öğrencilerle ilgilenirdi. Gazi Eğitim Resim Bölümü çıkışlıydı. Tonguç’un öğrencilerindendi. Doğayı çok severdi. Resim iş derslerini sürekli doğada yaptırırdı. Bize çok zor koşullarda yaşamanın ve başarmanın yollarını öğretirdi. Karadeniz bölgesinde kayaların üstüne ve aralarına toprak taşıyarak mısır tarlalarının yaratıldığını anlatırdı konuşmalarında.

Bir gün  resim dersinde sınıfın en uzun ve en kısa boylu öğrencisinin resimlerini yaptırdı. Ders sonunda  tüm resimleri sınıfın ortasına sererek öğrencilerle her resme ait değerlendirmeler yaptı. Benim yaptığım resim onun ilgisini çekmişti. Ressam İbrahim Çallı’nın İstanbul’daki çocuk resim sergisine benim resmimi göndermişti. O, tam bir öğretmendi, Hakkı Tonguç’a benzerdi, sürekli halk ve öğrencilerle iletişim halindeydi. Bizim yaratıcılıklarımızı geliştirmek için her türlü katkıyı sağlıyordu.

Ömer Uzgil’in Gönen’de bir çocuğu oldu ve adını da “Gönen” koydu. Uzgil doğasever, hayvan sever bir insandı. At arabasıyla inşaat alanına malzeme taşıdığım bir gün üst sınıflardan bir abi geldi, “Sen arkaya geç, arabayı ben süreceğim” dedi. Yolda Ömer Uzgil ile karşılaştık. Hayvanlara çok yük bindiğini söyleyerek  “Hayvanlara taşıyamayacağı yükü yüklemeyip, eziyet etmeyeceksiniz” diyerek  üst sınıflardaki abiye  kızıp  arabadan indirmişti. Bu olayı hiç unutamam.

Gönen’de Ayhan Karasu eğitim başı, Osman Gürkan ise tarım başıydı. Beni en çok etkileyen öğretmen resim öğretmeni Görgü Karamuz oldu. Görgü Karamuz Gazi Eğitim mezunu ve Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Enstitünün duvarlarına öğrencilerle birlikte “Eti üzüm salkımı” yapmıştı. Öğrencilerle birlikte üretilen bu sanat eseri 1947’de okula atanan gerici yöneticiler tarafından kaldırıldı. Ben daha çok resim derslerine yoğunlaşmıştım. Müziğe ilgim olmasına rağmen mandolin çalma konusunda iyi değildim.

1942-1947 arası yılları genel olarak anlatır mısınız?

1942-1947 yılları arası Gönen Köy Enstitüsünün tümüyle inşa edildiği yıllardır. Bu dönemde enstitü mekansal olarak inşa edilirken bizler de çok önemli değişimler yaşadık. Köyden ham madde olarak gelmiştik. Çatalı, kaşığı, bardağı bilmezdik. Gönen’de dünyamız değişiverdi. Uygarlıkla tanıştık, insanlaşma süreçlerimiz zenginleşti. 

İlkokul yıllarında gazete dergi okur, muhtar odası beklerdim. Buraya “Anadolu, Ulus, Karagöz” gibi gazete ve dergiler gelirdi, onları okurdum. Muhtar odası bekçiliği bana böyle bir katkı sağlamıştı. Gönen’de zengin bir kütüphanemiz vardı, bu okuma alışkanlığım Gönen’de de sürdü. Niyazi Berkes’i, Panait Istrati’yi, Tolstoy’u, Maksim Gorki’yi, Çehov’u, Gogol’u ben bu kütüphanedeki eserleriyle tanıdım. Okulun bir kütüphane kolu vardı. Sınıf arkadaşım Çivrilli Osman Karaca çok okuyan bir öğrenciydi. Kitaplık koluna onu seçerdik. Her kitabın seviyesine ve anlattığı konuya hakimdi. Osman da bizden bir dönem küçük Fakir Baykurt’u kitaplık koluna aldı, her öğrenci kütüphaneye gittiği zaman Osman ve Fakir’e sorarak kitap seçerlerdi. Osman ve Fakir, enstitünün en çok okuyan ve kitaplara çok hakim arkadaşlarımızdı. Enstitü öğrencileri onların önerdiği kitapları okurlardı.

Gönen Köy Enstitüsüne gelen ziyaretçileri anlatır mısınız?

Bizler Tonguç’u çok severdik. Golf pantolonu ile Gönen’e gelirdi. Kravat takmazdı ve sırtında hep bir fotoğraf makinesi taşırdı. Genellikle yanında Ferit Oğuzbayır bulunurdu. Ferit Oğuzbayır’ın çok güzel davudi bir sesi vardı. Bir keresinde bizleri toparlayarak “Emirdağı” türküsünü söyletmiş ve öğretmişlerdi.

Okulumuza Hasan-Ali Yücel de gelmişti. Yücel, insan sever, entellektüel, faydalı bir insandı. Geldiklerinde yaptıklarımızı, öğrendiklerimizi sergilemeye çalışırdık. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa da enstitüye gelmiş ve çalışmaları denetleyerek bizlere olan güvenini ifade etmişti. Gönen Köy Enstitüsünde 700-800 öğrenci vardı ve bunun üçte biri kız öğrenciydi. Karma eğitim Gönen Köy Enstitüsünde başarı ile hayata geçti. Nasıl köy yaşamında kadın erkek tarlada beraber çalışıyorsa Gönen’de de hayat kız erkek öğrenci dayanışmasıyla devam ediyordu. Biz kız arkadaşlarımızı hep ailemizin bir parçası olarak gördük.

Gönen’de sanat etkinlikleri özellikle resim, müzik, tiyatro alanında çok yoğundu. Zaman zaman Isparta köylerine gider, sosyolojik incelemeler yapar, ev ziyaretlerinde bulunur ve köylerle ilgili görüş, düşünce ve değerlendirmelerimizi raporlaştırır, tartışırdık. Köy gezileri bir pedagojik kazanımdı. Köyün geleneklerini, el sanatlarını, yaşam kültürünü, şivelerini değerlendirir tartışırdık. Köylerde gördüğümüz kilim motifleri ve Isparta evlerini resim derslerine taşırdık. Alihsan Beyhan adlı Gazi Eğitim çıkışlı edebiyat öğretmenimiz vardı. Benim de içinde bulunduğum tiyatro grubunu Keçiborlu’ya götürmüş ve orada halka ve kükürt fabrikası işçilerine  emek-sermaye çelişkileri üzerine kurgulanan oyunu sahnelemiştik.  Gönen’de 12 ay ders yapılırdı ve öğrenciler bu 12 ay içerisinde 1 ay tatil yaparlardı. Bu tatilde de köyün sorunlarıyla ilgilenir ve bu sorunları enstitüye taşırlardı. 

Köy Enstitülerindeki gerileme süreçlerini anlatır mısınız?

1945-1946 yıllarında Köy Enstitüleri aleyhinde olumsuz değerlendirmeler yapılmaya başlandı. 1946 seçimlerinin tümüyle emperyalizmin boyunduruğunda yapılan seçim olduğunu düşünüyorum. 1946-1950 yılları arasında başbakanlık yapmış olan Recep Peker, Hasan Saka, Şemsettin Günaltay  ırkçı gerici bir düşün dünyasına sahiptiler. Bugünkü duruma gelmemizde ve Cumhuriyetin kazanımların kaybedilmesinde bu dönemin çok önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle CHP’nin 1946-1950 arası yaptıklarıyla ilgili olarak bir özeleştiri yapmasını, Yücel’den Tonguç’tan özür dilemesini bekliyorum. Hepimizin de beklemesi gerekir. 

Önce Gönen’de Ömer Uzgil ve arkadaşları görevden alındı ve enstitüye faşist, dinci öğretmenler gelmeye başladı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü tamamlayarak Gönen’e gelmiş öğretmenlerimiz Eğitim Başı Mustafa Ünüvar, Mustafa Barış, Ali Özcan, Orhan Doğan, Zekeriya Kayhan, Cahit Erdem, Hüseyin Sezgin, Niyazi Başkaya başka yerlere atandılar. Okula müdür olarak atanan ziraat  öğretmeni  Zekai Yörüker’in pedagoji ile hiç ilgisi yoktu. Sürekli olarak abuk subuk bilgilerle  komünizmin zararlarını  anlatır ve suçlardı. Biz beşinci sınıftaydık, bizim dönemi en komünist öğrenciler olarak tanımlardı. Adamın nutuk atmaya karşı bir merakı vardı. O yıllarda Fakir Baykurt 4. sınıftaydı ve müdür tarafından  gözaltındaydı.

Eşiniz Keziban Öner Korkut’u kısaca anlatır mısınız?

Eşim Keziban 1932 Denizli Baklan doğumlu. Babası Baklan’da bağcılık, şarap üretimi ve bakkallık yapardı. Babası tesadüfen edindiği bir ehliyet kitabını okuyarak ehliyet almıştı ve o bölgede ilk otomobil sahibi olan kişiydi. Kezibanlar  iki kız kardeşti. Hemşerimdi, öğrencilik yıllarında babası sık sık okula gelirdi. Babası öğretmenimiz Osman Gürkan’ın yakın arkadaşıydı. Keziban, Osman Gürkan yardımıyla Gönen’e gelmiş ve ilkokulu burada tamamlamıştı. 1950 yılında mezun olmuştu. Aramızda 3 yıllık dönem farkı vardı. 

Keziban,  şiirler yazan, günlük yayınlanan Denizli ve Nazilli Gerçek gazetesinde yazıları yayımlanan büyük bir insandı. Koyu Atatürkçü ve CHP’li idi.  Zaman zaman beni eleştirir ama hiçbir zaman önümü kapatmazdı. Folklora düşkündü, Pamukkale’de yapılan halk oyunları gösterilerinde koordinatörlük yapardı. Bu konuda valilikten pek çok teşekkür belgesi almıştı. Müziğe meraklıydı, iyi mandolin ve akordeon çalardı. Coşkulu bir insandı. Sınıflarında mandolin, halı, kilim, dokuma ve dikiş kursları açardı. Evimizin her şeyi idi. Evlendiğimizde çocuklarımızın isimlerini “Yener, Güven, Sende” koymayı planlamıştık. 1961 yılında Tonguç Baba ölünce en küçük oğlumuza beraber aldığımız bir kararla “Tonguç” adını verdik.

Mezuniyeti ve çalıştığınız yerleri anlatır mısınız?

1947 yılı Haziran ayında mezun oldum. Okuldayken mezun olduğumuzda nereye atanacağımız belliydi. İlk tayin yerim Çivril Kıralan köyüydü. Orada iki yıl çalıştım, sonra Çal Yukarıseyit köyüne atandım. 1951 yılında Keziban’la evlenerek Bekilli Kurtuluş İlkokuluna atandım. O sırada Keziban Aydın Arapkuyu-Şevkatiye köyünde öğretmendi.  

Ege Bölgesi Köy Öğretmen Derneğiyle ilk temasınız nasıl oldu?

Ahmet Karaca Kızılçullu Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Kızılçullu’dan Halil Akyavaş’ın sınıf arkadaşıydı. Bekilli’de beraber çalışıyorduk. İzmir ile temastaydık ve bilgiler geliyordu. Tonguç’un yerine İlköğretim Genel Müdürlüğüne atanan Yunus Kazım Köni İzmir’de öğretmenlerle bir toplantı yapmıştı. O yıllarda öğretmen okulu mezunlarına çocuk zammı olarak 10 lira, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlere 5 lira ödenirdi. Köy Enstitülü arkadaşlarımız bu toplantıda Köni’ye itiraz ederler ve bunun düzeltilmesini isterler. Köni “Siz köy kökenlisiniz, çok ürersiniz size devletin gücü yetmez” şeklinde enstitüleri aşağılayan ifadeler kullanır. Bu açıklama enstitülü öğretmenleri üzer ve tepkilerini gösterirler. O yıllarda düzen yanlısı “Muallimler Birliği” adlı bir örgüt vardı ve bizi temsil etmiyordu. Halil Akyavaş önderliğinde Bayındır Çırpı köyünde Ege bölgesi Köy Öğretmenler Derneği kuruldu. Biz de arkadaşlarımız Ahmet Aycan ve Ömer Alkan, Ahmet Karaca, Osman Gülgel, Remzi Taşçı ile birlikte  daha İzmir ilçelerinde şube kurulmadan Ege Bölgesi Köy Öğretmenler Derneği  Çal şubesini kurduk. Çal’a çok sık gider, gelir olduk. Çal’daki tüm enstitülü öğretmenler bu derneğe üye oldular, sırasıyla sonraki dönemlerde  Denizli şubeleri oluşturuldu.1950-1954 yılları arasında Bekilli  Kurtuluş İlkokulunda çalıştık ve bu yıllarda burada yeni bir okul yapıldı. Demokrat Partililerin her türlü itirazına rağmen iyi niyetli Milli Eğitim Müdürü ve Belediye Başkanının katkılarıyla Alpaslan ilkokuluna müdür oldum.

Demokrat Parti dönemini anlatır mısınız?

1950-1960 arası zor yıllardı. Demokrat Parti Köy Enstitülerine karşıydı. Çok acımasızca Köy Enstitülü öğretmenlere saldırdılar. DP döneminde ocak bucak teşkilatlarıyla enstitülü öğretmenler sürgünler yaşadılar. Bir keresinde Bekilli’de DP bucak başkanı Hüseyin Dambaz adındaki kişi, komünizm propagandası yaptığım gerekçesiyle beni şikayet etmişti ve mahkemeye vermişti.  Hakim Bey, bucak başkanına mahkemede benim isteğim üzerine komünizmin ne olduğunu anlayıp anlamadığını sordu. Yanıt veremeyince hakim onu azarladı ve kovdu, böylece hakkımda açılan ilk davada düşmüş oldu. Yine 1953 yılında Cumhuriyet bayramı törenleri vardı, bucak müdürü, bugün yaşadıklarımıza-gördüklerimize  benzer, gösterişlerden ibaret  yandaşlardan birisiydi. Tören sırasında yağmur vardı. Törene iki okul katılmıştı. İki okul müdürü ile bucak müdürü odasında toplandı ve “Çocukları hasta ederiz, erteleyelim” dedim. Bu önerime diğer okul müdürü ve belediye başkanı da katıldı. Yarın toplanalım dedik ve ben öğrencilerimle birlikte okula dönüyordum. Bizden sonra yağmur hafif dinince bucak müdürü töreni yapmak istemiş, bana haber gönderdi. Ben de öğrencilerimle birlikte törene katılmadım, okula döndüm. Bucak müdürü benim gibi bir enstitülüyü Cumhuriyet düşmanı diye şikayet etti ama daha sonra bu davadan da aklandım. 1954-1958 yılları arasında Baklan’da, 1958-1960 yılları arasında İsabey kasabasında çalıştım. 1960 yılında eşim Keziban, Denizli’ye tayin oldu. Ben de 1960 ihtilalinin talebiyle bir yıl boyunca İsabey belediye başkanlığı yaptım. Belediye başkanlığı döneminde halk sağlığı ve özellikle tüm evlerde tuvalet yapılması konusunda önemli çalışmalar yaptık.

1965 yılında Denizlili Bakan Orhan Dengiz zamanında Denizli’den Adıyaman’a sürgün edildim. 1967 yılında Danıştay kararıyla geri döndüm. Milli Eğitim Bakanlığına bu kararı uygulaması için Ankara’ya  gittim, üçüncü günde bir grubun arasında bakan odasındaydım. “Sen buraya nasıl gelirsin”, diye bana hakaret etmeye başladı. Sonunda “çık buradan” dedi, ben “çıkmam” diye direndim ve tartıştık. TÖS diye bir örgütümüz vardı. Onlara gittim, Ahmet Macit arkadaşımla  gazetelere  ve Akis  dergisine durumu   anlattık. Danıştay kararıyla Denizli’ye döndüm. Bu arada yeni Milli Eğitim Bakanı olan  İlhami Ertem yurt gezisine çıkmıştı. Denizli’ye gelecekti, TÖS’de konuştuk ve toplantıya gitme kararı aldık. Zira pek çok arkadaşım açıktaydı, sürgündeydi.  Arkadaşlarımız Mehmet Ali Öztürk ve Veli Caner sürgün edilmişlerdi. Onlar bakanla konuşursak sorunun çözüleceğini düşünüyorlardı. Salonu milliyetçi öğretmenler  ve lümpenler doldurmuştu. Biz söz almak istedik. Söz vermediler bakanı kaçırdılar. Akşam yemeğini Pamukkale’de bir otelde yiyorlardı, TÖS olarak çektiğimiz telgraflarda: “Siz Türkiye Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığına yakışmıyorsunuz, istifa edin!” dedik. Bu kez beni Erzurum’a sürgün ettiler ve TÖS başkanı Gönen çıkışlı Hüseyin Çölgeçen’i de   açığa aldılar. 1966 yılında Danıştay kararıyla Denizli’de ilkokul öğretmenliğine atandım. Daha sonra TÖS boykotunda yer almam nedeniyle 3. kez sürgün edildim. 1973 yılında Ecevit yönetiminde eğitim uzmanı olarak atamam yapıldı. 1978 yılında yeğenim Nazif Korkut Denizli’de faşistler tarafından vuruldu, aynı yıl  İzmir’e tayinim çıktı 1978 yılında  eşim  ve 1979 yılında da  ben   emekli oldum. Böylece 31 yıl boyunca süren öğretmenlik meslek hayatımızı sonlandırdık ama iyiden, güzelden yana olan kavgamız hiç bitmedi.

Demokratik öğretmen hareketindeki süreçleri anlatır mısınız?

Çal’da ilk kez Ege Bölgesi Köy Öğretmenler Derneği şubesi açtık. Denizli’de TÖS, TÖB-DER yöneticisi olarak çalıştım. Denizli TÖS’ün kurucularındanım ve ilk yönetim kurulu üyesiyim. Arkadaşlarım Avni Aytan, M.Emin Aytan ve Mustafa Üste  ile beraber çalışmıştık. TÖB-DER’in 1972-1974 Ali Bozkurt yönetiminde genel merkez yönetim kurulu üyeliği yaptım. Ben Köy Enstitülü bir sosyalistim, hayata hep emek penceresinden, bütün sol hareketlere saygı ile baktım. Eşim Keziban Korkut bütün bu süreçlerde benim can yoldaşımdı. O olmasaydı tüm bu güçlükleri aşamazdım. Köy Enstitüleri olmasaydı iyi bir insan, hayata emek ve adalet penceresinden bakan bir aydın olamazdım.

Köy Enstitüsü bana hep örgütlenme, demokratik hakları kullanma, yanlışa, adaletsiz olana tepki verme kültürü kazandırdı. Beni  ve arkadaşlarımı insanlaştırdı, dünyayı, evreni anlamamı sağladı. Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği, TÖS, TÖB-DER’in arkasındaki  temel dinamik Köy Enstitüleri hareketidir ve onun kazanımlarıdır. 

 

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.