Cengiz Bektaş Çağın Enstitüleri Mayıs 2004, S.3

Sabahattin Eyüboğlu diyor ki: "Köy Enstitüleri Türk Eğitimcilerinin ilk orijinal büyük eseri ve köy çocuklarının yaratıcılık destanı olmuştur."

Uluslararası tüm deneyleri incelemiş, öğrenmiş, Rousseau’dan Pestalozzi’ye, iş içinde eğitim alanında düşünenleri kavramış olan kişiler önce bizim eğitim durumumuzu tanılıyorlar. Sonra da bize uygun, özgün bir çözüm tasarlıyorlar. Bunlar halklarının kınanmasından sakınan, halklarından kopmamış aydınlar… Bilimsel düşünmeyi bilenler… Özetle diyorlar ki:

"Türkiye’nin kalkınması, yüzde seksen olan köylünün yaşama ve üretme yollarının, yeni ekonomi koşullarının değişmesine bağlıdır. Bu ise, yalnız okuma ve öğretmekle gerçekleşecek bir iş olmadığı gibi, yalnız okuma yazma öğreten okulun devlet parasıyla yapılmasına, yaşamasına, köylüce tutulmasına yine ekonomi koşulları elvermeyecekti."

Günü için yüzde yüz doğru bu saptamalardan sonra gerçekleştirilen eğitimi hepimiz biliyoruz.

Yaşar Kemal, Türkiye’nin yirminci yüzyılda üç şeyle övünebileceğini söyler:

• Mustafa Kemal

• Nazım Hikmet

• Köy Enstitüleri

Kısa sürede yurdumuzda yirmi bir ışık kaynağı yaratıldı. Yalnız diplerini değil tüm çevrelerini aydınlatan…

Bugünden bakıldığında da görülen şudur:

Köy Enstitüleri;

• Laik eğitimin en iyi uygulandığı,

• Eğitimde "fırsat eşitliğinin" sağlandığı,

• "Okuma"nın anlamının en iyi anlaşıldığı, aktarıldığı kurumlardır.

• Sözcüğün tam anlamıyla çevrecidirler. Çorağı, bozkırı yeşertmişlerdir. Bunun ne denli önemli olduğunu önümüzdeki 10-20-30 yılda iyice ortaya çıkacaktır.

• Üreticiydiler. Üreten kişiler yetiştirmişlerdir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün "Kültür Devrimi"nin en önemli girişimlerinden biriydi "Köy Enstitüleri" tasarımı… Bütün ötekiler gibi, başka ülkelere de örneklik etmiş bu girişimin başına gelenleri biliyoruz. Bu nedenle günümüzde nerelere dek gelindiğini de…

 

BUGÜN

Aydınlık güçler, bugün yapılabilecekleri düşünürken durumu doğru tanımlamak zorundalar.

Bugün köylerle kentlerin birbirine oranları, nedenleri ne olursa olsun, tersine döndü. Hepsi kentli olmasalar da kentte yaşayanların toplamı bütünün %70’ine ulaştı. Bugün kalkınmamız, çağdaş çizgiye ulaşmamız, kentte yaşayanların, yaşama, üretme yollarının, kentsel yaşamdaki yerlerinin, ilişkilerinin, ekonomik koşullarının değişmesine bağlıdır.

Bu da gene ezberci bir eğitimle, yalnızca okullarla sağlanamazdı. Hele artık eğitimde fırsat eşitliği, birlik bozulmuşsa… "Okumak" neredeyse bir tecimsel ilişkiye döndürülmüşse… Laiklik önemli yaralar almışsa…

Eğitim öğretim birbirlerinden ayrılmadan, bulunacak yeni kurumlarla kent içinde denenmelidir. İzlenceleri, yapıları değişmeli, yediden yetmişe yaygınlaştırılmalıdır. İnsanlar çalışırken eğitimi öğrenimi edinebilmelidirler…

Öğrenim, eğitim, iş birleşmeli deniyordu Köy Enstitüleri ilkelerinde… Bugün de öyle olmalıdır.

"Hani Köy Enstitülerine "eğitim imeceleri" denseymiş…" diyordu ya Sabahattin Eyüboğlu… Bugün kentte iş içinde "Eğitim İmeceleri"ni gerçekleştirmeliyiz… Hem de gecikmeden.

EĞİTİM ÖĞRENİM İMECESİ KURUMU

Bugün Yeni Kuşak Köy Enstitülüler, yaşamakta olan Köy Enstitülülerle, örneğin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak, yeni bir kurumu, EĞİTİM ÖĞRENİM İMECESİ KURUMU’nu gerçekleştirebilirler.

Böyle bir kurum, kente gelmiş kişilere,

• Ayaklarını yere bastıracak bir becerinin iş içinde eğitimini,

• Kendini geliştirmesi için ilgi duyduğu alanlarda iş saatleri dışında eğitim, ders alma olanağını,

• İmeceye katılma, imecenin bir parçası olma isteğini kazandırabilir.

Antalya’da bir deneme yapıldı bundan birkaç yıl önce… Bugün de sürüyor mu bilmiyorum. Büyük bir çadır kuruldu. Bu çadır 300-400 kişilik bir toplantıya yer verebilecek büyüklükte bir oylumdu. Sahnesi vardı… Bir yanında da gene yeğni bölmelerle birbirinden ayrılmış odalar. Bu odalarda işten dönen erkeklere, kadınlara, işe gitmeyen kadınlara isteklerine uygun beceriler uygulamalı olarak öğretiliyordu: Duvarcılık, sıvacılık, fayans döşeme, tesisat, elektrik işleri, çatıcılık vb… Ya da bilgisayar, muhasebe, dil, müzik (enstrümanları), vb… Birkaç yüz konu sayılabilir…

Fayans döşemeyi ya da tesisat işlemeyi burada öğrenen kişi iş buluyordu. Akşam iş dönüşü yemekten önce gene buraya gelip 1-2 saat geçirebiliyor, işiyle ilgili derslerini sürdürüyor, bilgisini arttırıyor, ilerliyordu. Akşam yemeğinden sonra ya eğlenceye katılıyor, örneğin mandolin çalmayı, resim yapmayı öğreniyordu, ya da tiyatro kolunda çalışıyordu. Hepsini anlatmayı gereksiz buluyorum. Neler neler yapılabileceğini düşünebilirsiniz.

Sonra benden çadır yerine kalıcı bir yapı tasarlamam istendi.

Tasarladım tüm ayrıntılarıyla… Ne yazık ki ikisi de kendilerini sosyal-demokrat sanan biri büyük kent belediye başkanı öteki o kentin bir bölümünün belediyesinin başkanı olan iki ayrı partiden kişiler yüzünden gerçekleştirilemedi.

Aslında yapı hiç de sorun değildi. Örneğin eğitim saatlerinden sonra okulların yapılarından yararlanarak da yapılabilirdi bu işlerin çoğu… Ya da anlattığım örnekteki gibi çadırla da gerçekleştirilebilirdi.

Böylesi bir tasarım için neden sivil toplum örgütleri arasında bir işbirliği ortamı yaratılmasın? Cumhuriyetimizi elimizden almak isteyenlere karşı, bizi ortaçağa çekmek isteyen içteki dıştaki kötülerin ortaklığına karşı yapacak hiçbir şeyimiz olmayabilir mi?

 

KÖY ENSTİTÜLERİNİN YERLERİ, YAPILARI

Bir de Köy Enstitülerinin yerlerinin, yapılarının durumundan söz etmek istiyorum.

Gene bir örnek üzerinden:

Kepirtepe Köy Enstitüsü bugün Lüleburgaz’ın yalnızca birkaç km. uzağında…

Kepirtepe adı üstünde çorak, verimsiz bir tepe… Oraya köy çocukları bir bidon suyla geldiler ilk kez… Çadırlarını kurdular… Bu çadırlarda bir yandan ders yaparlarken bir yandan da tuğla üretmeye başladırlar. Tuğlalar üst üste kondu, duvarlar oluştu… Tasarımları o günlerin genç yetenekli mimarlarınca çizilmişti. Bunlardan biri örneğin, Anıtkabirin mimarı Emin Onat’tı.

Kararlı, inançlı, coşkulu bir birlikteliğin gencecik elleriyle yapılar gerçekleştirdiler…

Bugün 80’lere ulaşmış o günlerin köy çocukları anlattılar bana bunları sözü biri bırakıp biri alarak… Her tuğlada her kiremitte el izleri vardı… Duvarlarda sıcacık solukları, çın çın çınlayan sesleri…

İçlerinden biri de Mehmet Başaran olan seksenlikler bir vakıf kurdular. En genç Kepirtepelileri de aldılar aralarına…

Şimdi yeniden yeşertmek, ısıtmak, istiyorlar Kepirtepe’yi…

Kente yakıncacık Kepirtepe’nin kimi yapıları yurt olur başka yerlerden kasabaya okumaya gelenlere. 800 kişilik salon yeni bir imece coşkusunun toplantıları için kullanılır. Kimi yapılarda bu konuşmamın ilk bölümünde anlattığım gibi Halk Okulu, Halkın Evinin derslikleri olarak kullanılırlar diye düşünüyorlar.

Relöveleri yapıldı, anıtlar kurulunca onaylandı. Şimdi sıra onarım tasarımında…

Bütün Köy Enstitülerinde birden girişilemez mi bu işe?..

21 Köy Enstitüsü anıt olarak tescil edildi. Mimarlar odasının girişimiyle… Kurtlar paylaşmasınlar diye… Türkiye Yazarlar Sendikası üyelerinden 21 ozan 21 Marttaki Dünya Şiir Gününde 500 fidan diktiler… Bundan sonra bütün Köy Enstitülerine fidan dikeceğiz… Fidan dikmek sorun değil… Önemli olan tutturmak, yaşatmak…

Örgütlenelim! Hep birlikte yeniden yeşertelim onları… Önce fidan dikelim sonra yeni çağın eğitim öğrenim imecesini yaşama geçirelim oralarda da…

 

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.