Yeniden İmece, Aralık 2003, Sayı:1

İmece Ankara’da - Temmuz 1961

27 Mayıs Devrimi’nden sonraki göreceli düşün özgürlüğü ortamında Köy Enstitüleri’ni doğru tanımak ve savunmak için bir dergi çevresinde toplanmayı ortaya atan, Köy Enstitülerine gönül vermiş büyük insan Sabahattin Eyüboğlu’dur.

Dergiye adını veren de odur. Ne var ki, imeceye katılanların özverileri ve çalışmalarıyla, bir yan desteğe ve dağıtım tekellerine gereksinim olmadan, doğrultusundan sapmadan, 112 sayı ile dokuz yıl (1961-1970) yayını sürdürülen İMECE’ye bu nitelikleri kazandırmak kolay olmamıştır. Derginin ilk dört sayısı İstanbul’da hazırlanmış, ama kısa bir sürede kurucuların aralarındaki sorunlar nedeniyle zor bir döneme girilmiş, çözüm olarak İMECE’nin Ankara’ya aktarılması düşünülmüştür. Ankara’dan benim ve Dursun Kut’un işi üstlenebileceğimizi bildirmemiz üzerine bu iş gerçekleşmiş ve derginin 4. sayıdan sonraki sayıları, sonuna kadar Ankara’da yayınlanmıştır. Derginin  gündelik işlerini Kut’la ikimiz yürütürken, yazı seçimlerini Mahmut Makal ve Fakir Baykurt’un da katkısıyla yapıyorduk. Birkaç yıl sonra yönetici ekipler zaman zaman değişmiştir.

İMECE’nin yeniden yaşama geçirildiği bu günlerde, geçmişteki zorlukların bilinmesinde yarar olacağını düşünerek ve derginin tarihindeki önemi nedeniyle, İMECE’nin Ankara’ya taşınmasının belgesi sayılacak, sayın Eyüboğlu tarafından yazılmış aşağıdaki mektubu ilk kez yayınlamayı yararlı gördüm.

İMECE’yi canlandırmak gibi büyük bir sorumluluğu yüklenen Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’ndeki dostlara, gençlere bu zor işte en içten başarı dileklerimle.

 

 

Sabahattin Eyuboğlu’nun Mektubu:

 

İstanbul, 16 temmuz 1961

Canım Kardeşim Engin ve Dursun Kut,

Mektubunuz tam zamanında ve sizden beklediğim gerçekçi ve ülkücü (yaz.notu: o yıllarda ülkücü sözcüğü idealistle eş anlamlı kullanılıyordu) olgunlukla dolu olarak geldi. Tıpatıp sizinkilere benzer dileklerimi ben de sizlere yazmak üzereydim.

İMECE’nin İstanbul’da düştüğü bildiğiniz durumun nedenleri bence:

1- Kurucu İmececiler arasındaki güveni, dolayısıyla dayanışmayı sarsan kuşku ve dedikodular,

2- Köy Enstitülerinin kuruluş günlerinden beri köyü canlandırma amacına karışan senlik benlik kavgaları,

3- Kurucuların sık sık buluşamaması dolayısıyla sorumsuz aracıların bilerek bilmeyerek kurucuların arasını açmaları,

4- Kocalarının ülkücülüğünü budalalık sayan kadınlar,

5- Sırtlarına taşıyamayacakları kadar yük alan iyi niyetlilerdir.

Bunlara ekleyebileceğim küçük nedenleri buluşup konuşacağımız bir zamana bırakıyorum. Bunlar arasında bereket versin, benim bildiğim hiçbir kişisel çıkar nedeni yoktur.

Sizlerin buradaki durumu bu kadar açıkça görüp sarsılan birliği cömertçe desteklemeniz, daha da ileri giderek İfi’i yüklenmek istemeniz İMECE’nin yaşama gücünün bir belirtisidir. Ne yazık ki, bu haberi, İMECE’ye birlikte gönül verdiğimiz ve doğrusu İMECE’de en büyük emeği olan fierif Tekben’den henüz almış değilim. Kimbilir hangi nedenlerle kendisi şimdilik benden "sıtkını sıyırmış" durumdadır. İnşallah bir gün aramızda kara kedilerden başka birşey olmadığını anlar.

İMECE’nin Ankara yönetimine benim ve dostlarımın küsmecesiz uyacağımızdan şüpheniz olmasın. Dilediğiniz yazıları göndereceğiz ve bu yazıların şu ya da bu nedenle dergiye girememesinden üzüntü duymayacağız. Bizim burada başaramadığımız birleşmenin Ankara’da başarılması benim için ayrı bir sevinç ve öteden beri özlediğim bir "içtenlik", Anadolu’ya daha yakın bir umut içeridenliği olacak.

Engin kardeş, İMECE’nin de, Türkiye’nin de, Dünya’nın da en büyük düşmanının çıkarcılık olduğunu benim kadar sizin de bildiiğinizden şüphem yok. Yalnız bizde çıkarsız her çabanın her zaman bir çıkara bağlandığını, Anadolu’nun yürekler acısı gerçeğini değiştirmek için atılan her adımın, her zaman, faşistlik, komünistlik, gâvurluk, yurtsevmezlik gibi halkın ve devletin hoşgöremiyeceği bir damga yiyeceğini belki bilmezsiniz. Bu neden böyledir? Neden Siyasal Bilgiler’den çıkmış şair bir Kaymakam bile hiç kimsenin Anadolu köylüsüne, o bin yıllardır sadece kahır görmüş insana yardım etmek istediğinde çıkarsız bir ülkücülük görmez? Neden Devlet, Anadolu köylüsünü ta İstanbul’da, Büyükada’da sömürüp Devlete ve millete sessizce yuf diyen herife saygı gösterir de, onun ayağına medeniyeti getirir de, hayatını cömert çeşmeler gibi fakir Anadolu köylerine akıtan insanda kötü niyetler arar? Buna akıl erdirmek gerçekten zor. Ama böyle gelmiş böyle gidiyor bu iş. Bakın, yine 1946 havalarını estirmek istiyenler başladılar yine sağdan soldan üfürmeye. İnönü-Tonguç işbirliğinin yeniden kurulup köyü diriltme yoluna gitmesinden kuşkulananlar şurada burada fiskosla, Son Havadis’te açıkça kuyu kazmaya başladılar. Adam düpedüz kaçık, Akıl Hastanesinden geçen yıl çıkmış, kendisine bakan hekimden öğrendim. Evet ama son yıllarda koca devletin dümeni delilere kaptırdığını az mı gördük? Bir deli bir kuyuya....

Bu sözlerimde bir umut kırıklığı görmeyin. İyi niyetlilerin karşısına çıkan engellere, yiten zamanlara hayıflanıyorum sadece. Hele iyi niyetlilerin kendi aralarındaki kısır didişmelere fena içerliyorum zaman zaman. Bütün imecelere daha işin başında bir ikiliktir giriveriyor. Çukurova’nın sıtmasından beter dedikodular sarıveriyor en candan dostlukları, kansızlaştırıyor en gürbüz coşkunlukları. Bu kemikli sivrisineğe karşı Ankara imecelerinin daha dayanıklı olmasını dilerim.

Sizlere ve bütün imececi dostlara Ankara karpuzları kadar köklü sevgilerimi, dileklerimi ve güvenlerimi yolluyorum.

Sabahattin Eyuboğlu

 

 

 

Dr. Engin Tonguç

 

Devrimcilik ve Köy Enstitüleri

 

Şubat 2004, Sayı:2

 

Elli yılı aşkın bir süredir yaşadığımız karşı devrim süreci içerisinde çıkmazlara sürüklenirken unuttuğumuz, ya da ihtilal sözcüğünü anımsattığı için unutturulmaya çalışılan, Atatürk’ün anladığı anlamdaki o güzel devrim kavramı açısından Köy Enstitüleri’ne  bakmak istiyorum. O devrimcilik ilkesi ki, bir ara Anayasamızda da yer almış olan, Cumhuriyetin temel direklerinden biriydi.

Ünlü tarihçi Toynbee, Cumhuriyetimizi şöyle değerlendiriyor: "Kurulmuş Cumhuriyetin en zayıf yanı, bunun halk kitlelerinin bilinci ve istenci ile değil, bir sivil-asker aydın kadro tarafından yukarıdan kurulmuş olmasıydı. Toplumsal değişimler ve devrimsel ilerlemeler aşağıdan gelmezse, ya da halka benimsetilmezse, bir süre sonra öncü kadroların zayıflaması, dağılması ile karşı devrimci süreçler yaşanabilir…" (1). Gerçekten de böyle olmadı mı? Atatürk devrimlerinin yeni köklü devrimlerle sürdürülemeyişi, Cumhuriyetin son amacı olan sosyal devletin kurulamayışı ile sonuçlanmadı mı?

Kurtuluş Savaşı’nı veren ordu bir köylü ordusuydu. 1934’de bile Başbakan İnönü "Anadolu ortasında kurulmuş bir köylü hükümetiyiz" diyordu. Ama o köylü ne durumdaydı? Atatürkçü şair Ceyhun Atuf Kansu bunu şöyle anlatıyor: "…Kurtuluş Savaşı’nı onlar vermişlerdi. Sonra haklarını ve hayatlarını bir devrim yönetimine emanet edip, köylerine döndüler. Devrim gelecekti, toprak düzeniyle, iş düzeniyle, eğitim düzeniyle, adalet düzeniyle. Beklediler beklediler. Gelmedi…Mustafa Kemal’in yeniden Ankara’ya girmesini bekliyorlar…"(2)

1930’lara gelindiğinde sorun buydu. Cumhuriyetin kurucularının kaygıları da buradan geliyordu. Devrimler Ulusun yüzde seksenini oluşturan o köylü kitlesine ulaşamadıkça Cumhuriyetin temelleri sağlamlaşamayacaktı. Köy Enstitüleri bunu sağlamak için kuruldu. Kurucular şu görüşteydiler: "Kurtuluş Savaşı’nda kanlarını verenlerin hakları ödenecekti. Yeteneklilere, çalışanlara hakları verilecekti. İmparatorluk döneminde olduğu gibi ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar bulunmayacaktı. Cumhuriyet bu demekti. Devrim, en uygun koşulları bularak yeni insan tipleri yaratmak zorundaydı…"(3).

Köy Enstitüleri’nin yapısı, sistemin ilkeleri, uygulanan yöntemler, eğitim öğretim programları, örgütlenme modeli incelendiği zaman, bu temel amacın izleri kolaylıkla bulunabilir. Ayrıntılara girmiyorum. Eğer amaç yalnızca abece öğretmek, köyde üretimin niteliğini yükseltecek sınırlı bir tarım bilgisi vermek olsaydı, Köy Enstitüleri’nde öğrencilerin yönetime katılmalarına, özgür okuma, tartışma, eleştirme uygulamalarına, bilinçli iş eğitimi yönetimine, Köy Enstitüleri’ne ekonomik güç ve bağımsızlık kazandıracak ekonomik değeri olan üretim yapılmasına, bunun için çevre halkı ile ortak işletmeler kurulmasına ne gerek vardı? Sınırlı bir eğitimbilim bilgisi verilmesi, biraz da temrin niteliğinde öğretim yapılması yeterli olabilirdi. Ama Köy Enstitüleri Cumhuriyetin son amacı olan sosyal refah toplumunun bir modeli olarak düzenlendi. Bunlar artık bir okul değildi, amaçlanan o ideal toplumun gün be gün yaşanacağı birer yaşam ortamıydı. Buralardan toplum içinde kendi gücüyle ayakta durabilecek, kendine güvenen, meslek sahibi, haklarını bilen, o hakları korumak için örgütlenebilen, bir baskı gücü oluşturabilen, ülkenin yönetimine katılabilen, sömürüye karşı özgür insanlar yetişmeli ve onlar tüm vatandaşları böyle yetiştirerek kul olmaktan kurtarmalılardı, devrimsel süreçleri hızlandıracak itici güç olmalılardı. Bu bir bilinçlenmeydi. Buna toplum bilinci, devrim bilinci, demokratik bilinç, sınıf bilinci, aydınlanma bilinci diyebiliriz.

Gerçekten de öyle oldu. Toplumun en yoksul, en sorunlu kesimlerinden gelen bu çocuklar, kısa bir süre sonra geldikleri ortamı sorgulamaya başladılar. Köylerinde neden bu kadar yoksulluk vardı? Neden ürettiklerini ucuza satıyorlar, tükettiklerini pahalıya alıyorlardı? Aradaki fark ne oluyordu? Neden mutsuz olmak zorundaydılar? Ve 15-16 yaşında çocuklar Köy Enstitülerindeki o özgürlük ortamında başlıyorlardı yazmaya (4):

SORU

şu benzi güz elması renkli

Lacivert ceketli sevimli çocuk

Neden böyle de

Bu saz benizli

Yalınayak başı kabak çocuk

Öyle değil?

Nedendir ey ağacım,

Dalının biri sarı biri yeşil

Biri kurur biri büyür

Biri ağlar biri güler

Nedendir?

Turan Aydoğan 

YETER ….

Ektin biçtin nasır kaldı elinde

Yeter, eller için ektiğin yeter

….

Buğday ektin arpa ekmeği yedin

Yeter artık arpa yediğin yeter

…..

Boyun eğdin daha küçük yaşında

Yeter, beyim paşam dediğin yeter.

Cesarettin Ateş 

Karşı devrimci güçlerin tepkisini çeken de bu bilinçlenme olgusuydu. Köy Enstitüleri’nin yıkımı başlayıp, Köy Enstitüleri çıkışlı köy öğretmenlerine olmadık baskıların uygulandığı 1946’lı, 1950’li yıllara gelindiğinde her şeyin bittiği sanılırken, 19 yaşında bir köy öğretmeninin, Mahmut Makal’ın kitabı "Bizim Köy" Türk düşün yaşamına bomba gibi düştü. Köy gerçeği ilk kez tüm çıplaklığı ile ortaya dökülmüştü. Kurucular bunun olacağından hiç şüphe etmemişlerdi. Ve o zamana kadar burunlarının dibindeki köy gerçeğini görmeden yazıp çizenler biraz gülünç duruma düştüler.

Ah ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu,

Dertlerden kurtulursun gezsen Anadolu’yu

türünden şiir yazanların, ya da "köy çeşmesi başında şen türküler söyleyen obanın şen Zeynep’i" gibi sözler edenlerin ülkenin gerçeklerinden ne denli habersiz oldukları ortaya çıkmıştı. O "şen Zeynep"in aslında başında bit kaynadığı, ayaklarının çıplak olduğu, sıtmalı dalağının burnuna kadar şişmiş olduğu ortaya dökülüvermişti.

Tüm baskılara, en kirli, en haksız suçlamalara karşı Köy Enstitüleri olayı unutturulamamış, yok edilememişti. Ama iş Makal’ınki gibi bireysel çıkışların artmasıyla da kalmayacaktı. Baskı arttıkça Köy Enstitüleri eğitimini almış olan köy öğretmenlerinin tepkisi de arttı. Önce köy öğretmen derneklerini kurdular. Sonra bu dernekler bir federasyonda birleşti. Sonra sendikalaştılar; Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kuruldu. Bunları kuranların, yönetenlerin, yönlendirenlerin çoğu Köy Enstitüleri çıkışlı öğretmenlerdi. 1960-1970 yılları arasında bu kuruluşlar en etkin sivil toplum örgütleriydi. 1963’de onların yönetiminde 14 bin öğretmen Ankara’da miting yaptı. Bunun sonucunda tutucu bir Milli Eğitim Bakanı istifa etmek zorunda kaldı. 1969’da Ankara’da 40 bin öğretmen yürüdü. O zamana kadar Ankaralıların gördüğü en düzenli, en görkemli yürüyüştü. Yine o günlerde TÖS Ankara’da Devrimci Eğitim şurası’nı topladı. şuranın sloganı "Devrim İçin Eğitim"di. Tüm bu etkinliklerde öğretmenler kendi sorunlarından çok ülkenin eğitim sorunlarını ele alıyorlar, çözüm önerileri getiriyorlardı. şurada hazırlanan bu amaçlı raporların bugün bile büyük değeri vardır. Bakanlığın yapamadığını yapmışlardı. 1969’da 109 bin öğretmen boykota gitti. TÖS’ün üye sayısı 72 bine yükselmişti.

Peki Köy Enstitüleri’nden yetişen bu öğretmenler eğitimi ve kendi görevlerini nasıl değerlendiriyorlardı? Cumhuriyetin amaçlarının gerçekleşmesi, onun ilkelerinin tüm vatandaşlarca benimsenmesi için kendilerine düşenleri nasıl anlıyorlardı? Konu devrimcilik ilkesi olduğu için yalnızca bununla ilgili görüşleri aktarmak istiyorum. Ve sözü, düşündüklerinden ve yaptıklarından en ufak bir ödün bile vermeden TÖS’ü o 12 Mart karanlığından yüz akıyla çıkarmış olan TÖS’ün Başkanı Fakir Baykurt’a  bırakmak istiyorum. 1969’da toplanan TÖS Genel Kurulu’ndaki konuşmasından bir alıntı yapacağım:

"….Biz öğretmeniz, devlet memuruyuz, ama egemen sınıfların uşağı ve çocuk avutucusu değiliz… Biz içerideki egemen sınıfların ve onların dışarıdaki eklentilerinin yüce çıkarları için halkın gözünü külleyici, tutucu, uyutucu bir eğitimin uygulayıcıları olamayız… Bizim başta gelen görevimiz, halka İngiltere’nin ve Amerika’nın coğrafyasıyla, ineklerin ve sineklerin anatomisini öğretmekten önce, geniş anlamıyla "politik bilinç" kazandırmaktır. Görevimizin ve halkla ilişkimizin özü budur…Bu ana sorunun çözümlenmesi ancak devrimle mümkündür. Bu devrim halk tarafından, onun olur kararıyla yapılacak gerçek devrimdir. Bunun için bize düşen başlıca görev,eğitimi devrim için uygulamak, halkı uyandırmak, ona politik bilinç vermektir…Bu devrim cebre ve silaha dayanan ihtilal olmayıp, halkın oyuna ve kararına dayanan gerçek devrimdir…Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerin çoğunun kullanılması örgütlü olmayı gerektirir. Örgütlenmiş kitleler, örgütlenmenin yasal koşullarını bilmeden bu hakları kullanabilirler mi?…"(5).

Bana göre Köy Enstitüleri hareketinin özü budur. Temeli Atatürkçülüğe dayalıdır. Amacı Atatürk devrimlerini ileriye götürecek, devrimsel süreçleri hızlandıracak vatandaşları yetiştirmektir.

Köy Enstitüleri günümüzde olağanüstü bir ilgi topluyor. 64 yıl önce yok edilmiş bir kurumun bu denli anılması bizim tarihimizde az rastlanan bir olaydır. İnsanlar bugün içinde bulunduğumuz çıkmazlardan kurtulmak için yollar ararlarken içinde devrimcilik ilkesi de bulunan Atatürkçülüğe dönüş yolunun Köy Enstitüleri’nden geçtiğini düşünüyorlar. Bu nedenle, Köy Enstitüleri’nin günümüz ve geleceğin kuşaklarına doğru, çarpıtılmadan anlatılması, doğru yorumlanması önem kazanıyor. Bu anlatım ve aktarım sırasında Köy Enstitüleri’nin devrimcilik yönünden de irdelenmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu yapılırken, Köy Enstitüleri yalnızca bazı ileri eğitim ve öğretim ilkelerinin uygulandığı dar anlamlı bir okulculuğa indirgenmemeli, öte yandan bir tür entel sosyetenin hobi aracı olarak da sloganlaştırılmamalıdır.

Kısa bir sürede önemli bir etkinlik düzeyine erişen Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin bu görevi en iyi şekilde yerine getireceğine inanıyorum.

Yazımı Köy Enstitüleri’ne karşı olan bir toprak ağası Milletvekili’nin, Köy Enstitüleri çıkışlıları eleştirmek için TBMM’de söylediği şu sözlerle bitirmek istiyorum: "Bunların her biri kendini bir Atatürk sanıyor!"     

Köy Enstitüleri bundan daha kısa ve açık anlatılamazdı!

 

KAYNAKLAR

1. Toynbee, A. Türkiye, Bir Devletin Yeniden Doğuşu, Cumhuriyet y. 2000, s. 72-76

2. Kansu, C.A. Atatürkçü Olmak, Varlık y. 1966, s.129

3. Tonguç, İ.H. Canlandırılacak Köy, 3. Baskı, K.E. ve Çağdaş Eğitim Vakfı y. 1998, s.19

4. Makal, M. Köy Enstitüleri ve Yazınımız, Eğitim Sorunları Kurultayı, Marmara Eğitim Kurumları y, 2001, s.123

5. Baykurt, F. TÖS Savunması, Eğitim İş y. 1994, s.150-153

 

 

 

 

 

Dr. Engin Tonguç

 

Köy Enstitülerinden Yararlanma Sorunu

 

Mayıs 2004, S.3

 

 

Yıllardan beri unutulmaması, anlaşılması, doğru yorumlanması ve topluma benimsetilmesi için çalıştığımız Köy Enstitüleri, içinde bulunduğumuz karşı devrim sürecinde ilericilerin umutla sarıldıkları bir slogana dönüştü. Bu süreçten çıkış yolları aranırken Köy Enstitüleri’nden nasıl yararlanılabileceğinin açıklanması isteniyor. Günümüzün kuruluş günlerindekilerden çok değişik toplumsal ve ekonomik koşullarına uydurulmaya çalışılan yeni tasarılar üzerinde düşünenler giderek çoğalıyor, iyi niyetlerle bazı öneriler ortaya atılıyor.

Geçmişteki Köy Enstitüleri uygulamasından günümüzde yararlanma olanağı var mıdır,  böyle bir yaklaşım gerçekçi midir? Bunu irdelemeden önce Köy Enstitüleri konusundaki anlayış ve yorumların dağınıklığına, çeşitliliğine değinmek gerekiyor. Köy Enstitüleri yalnızca ileri ve çağcıl eğitim öğretim ilkelerinin uygulandığı bir okulculuk, bir nitelikli öğretmen yetiştirme çabası, bir ilköğretimi yaygınlaştırma hareketi miydi? Böyle anlayanlar var. Ama öte yandan başka yorumlar da yapılıyor: Bunlara göre Köy Enstitüleri, yalnız öğretmeni değil, köye yarayacak her tür elemanı en ileri eğitim öğretim ilkelerini uygulayarak ekonomik değerde  üretim işlevi de olan eğitim birimlerinde yetiştirmeyi amaçlıyordu. O eğitim birimleri ki, kooperatifler, döner sermayeler, tarım işletmeleri gibi yan kuruluşların halka açılımı ve ortaklığı ile aydınlarla halkın bütünleşeceği devrim üslerini oluşturacaklardı. Köy İlkokulu, köy bölge okulu, meslek kursları, Köy Enstitüleri, Yüksek Köy Enstitüsü düzeninde kademeli bir örgütlenme ile topluma kök salacaklardı. Son amaç Cumhuriyet’in temel ilkelerini benimsemiş, haklarını bilen, bu haklar için örgütlenebilen, bir baskı gücü oluşturabilecek, bilinçli, aydın, meslek sahibi vatandaşlar yetiştirmekti. Bunlar işin gerçekleştirilmeye başlanmış yanlarıydı. Bir de tasarlanmış, ama uygulanmalarına sıra gelmemiş olanlar vardı; bunlar dikkate alındığında amaçlar daha da kapsamlı ve uzun erimli olarak beliriyordu: Toprak reformu ile bağlantılı olarak birkaç yılda iki yüz bin tarımcı yetiştirmek, köy sağlığı sorunlarını çözerken yetiştirilecek elemanlar  arasında değişik nitelikte köy hekimi tipi yaratmak, Anadolu’nun sorunlarına yönelecek yepyeni bir anlayışla üniversiteler açmak gibi…

Bu iki uç görüş arasında daha birçok Köy Enstitüleri anlayışının bulunduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Peki günümüzde Köy Enstitüleri’nden nasıl yararlanabiliriz sorusunun yanıtı aranırken, bu değişik Köy Enstitüleri anlayış ve yorumlarından hangisi esas alınacak? Konu yalnız ileri eğitim ve öğretim ilkeleriyle öğretmen yetiştirmek olarak algılanırsa yanıt bulmak bir ölçüde kolaylaşıyor. Bunların her kademedeki herhangi bir eğitim kurumunda uygulanmaması için akla uygun bir neden bulunmuyor. Örneğin, laik eğitim, iş eğitimi, özgür okuma tartışma, öğrencinin yönetime katılması, karma eğitim vb. gibi ilkeler bunları benimseyecek yönetimlerce elbette uygulanabilir. Bu türden tasarılar da yapılabilir. Ama bu ancak Köy Enstitüleri’nde geçmişte uygulanmış bu tür evrensel ilkeleri yeniden uygulama anlamına gelir, Köy Enstitülerini kurduk demek değildir.

Bu kadarı bile günümüzde olanaklı mıdır?

Geniş kapsamlı bir devrimci atılım olarak anlaşılan Köy Enstitüleri görüşü söz konusu olduğunda günümüzde uygulama olanağı büsbütün olumsuzlaşıyor. 

Bu noktada bir temel kuralı anımsamakta yarar var: Bir üst yapı kurumu olan eğitimin tek başına kendini gerçekleştirme gücü yoktur. Bu ancak uygun bir siyasal gücün, bir olumlu siyasal iradenin varlığı ile olanaklıdır. Her siyasal güç, her siyasal iktidar kendi ideolojisine, kendi çıkarlarına uygun eğitim sistemini uygular. Geçmişte de Köy Enstitüleri çok olağandışı koşullarla oluşmuş bir siyasal güce dayanarak kurulabilmişti. Günümüz iktidarı neden laik, özgür düşünceli, Cumhuriyet’in temel ilkelerine bağlı vatandaşlar yetiştirmek istesin? Neden bindiği dalı kendi kessin? Yapsa yapsa konuyu çarpıtıp Köy Enstitüleri’nden yararlanılıyor görüntüsü vermeye, bu yoldan istekleri susturmaya çalışır. Son günlerde  okullarda uygulanacağı açıklanan ders dışı kitap okutma kampanyası böyle değil midir? İktidarın belirleyeceği kişilerden oluşmuş bir komisyonun saptayacağı yüz kitapla sınırlı böyle bir uygulamanın Köy Enstitüleri’ndeki özgür okuma ve tartışma uygulaması ile yakınlığı olabilir mi?

Görülüyor ki, siyasal  koşullar dikkate alınmadan, siyasal güç hesapları doğru yapılmadan tasarı üretmek, bu tasarıların uygulanabileceğini sanmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Sorun salt eğitim konusu olarak ele alınamaz. Sorun siyasaldır, ideolojiktir, Türkiye’nin genel gidişi ile bağlantılıdır, çözümü de ancak bu boyutlarda ele alındığında olanaklıdır. Uygun siyasal güç ve irade sağlanmadan yapılacak tasarılar, böyle olmayan iktidarların  konuyu çarpıtmalarına, saptırmalarına, kamuoyunu yanıltmalarına yardımcı olmaktan başka bir işe yaramaz.

Köy Enstitüleri’nden  yana olanların  Köy Enstitüsü anlayışlarında kendi aralarında bir görüş birliği olmaması, değişik yorumlar  yapılması da bu tür aldatmacaları ve yanıltmaları kolaylaştırıcı bir etkendir. Bu ayrımların ortadan  kaldırılarak bir tek görüş ve yorum üzerinde birleşilmesi, Köy Enstitüleri düşünün geleceğe doğru olarak taşınması için gereklidir. Kırkı aşkın yıldan beri birçok kişinin özverili çalışmalarıyla sürdürülen çabalar bunun için kullanılacak altyapıyı hazırlamıştır. Bugün artık Köy Enstitüleri’ni konu alan yüz elliyi aşkın kitap, yüzlerce yazı var. İlgili belgelerin büyük bir bölümü yayınlandı. Yasalar, Yönetmelikler elimizin altındadır. Artık hiç kimse Köy Enstitüleri konusunda kaynak yokluğundan, azlığından yakınamaz. Kanımca, siyasal koşullar nedeniyle zaten uygulama olanağı bulunmayan tasarılar üretmeye çalışmak yerine, bu amaç üzerinde yoğunlaşmak daha yararlı olacaktır. 

Köy Enstitüleri anlayış ve yorumlarımızın ayrıntılarıyla tartışılıp bir görüş birliğine varılması için önümüzdeki aylarda birkaç gün sürecek geniş katılımlı bir toplantı yapılması düşünülebilir. Burada alınacak kararlar ileride ortaya atılacak tasarıların temellerini oluşturmalıdır. Böyle bir toplantı Köy Enstitüleri konusunu doğru olarak geleceğe taşımayı üstlenmiş Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği ile Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı tarafından işbirliği ile düzenlenmelidir.

 

 

 

 

 

Engin Tonguç

 

Cumhuriyetin Devrim Sürecinde Köy Enstitüleri

 

Ağustos 3004, S.4

 

 

Umumi Maarif ve Terbiye Programı (Misak-ı Maarif)’ından:

“… İktisadi inkılaplar pek yakındır. Tehlikenin nereden geldiğini ihtiyatkar bir görüşle ihata ettikten sonra onu azim ve temkinle karşılayacak, memleketi iktisadi bir esaret altında bırakmayacak dimağlar mekteplerde hazırlanacaktır. Bunun için gençliği çalışmak fikri ve istihsal gayesi ile yetiştirmek ve onlara istihsal vasıtalarını vermek mesleğini takip edeceğiz…” 

Maarif Vekili İsmail Safa

(8 Mart 1923 günkü Genelge’den) (1)

 

 

Yukarıdaki tümceler TBMM Hükümetlerinin dördüncü Eğitim Bakanı İsmail Safa’nın yayınladığı, Cumhuriyet’in eğitim programı olarak düşünülmüş ayrıntılı bir Genelge’den alınmıştır. İ. Safa, Mustafa Kemal’in eğitim konusundaki görüşlerini doğru anlayan ilk Eğitim Bakanı’dır. Eğitim Bakanlığı "ilk kez onunla Osmanlı Maarif Nezareti anlayışından ayrılarak Cumhuriyet’in temel ilkelerine uymaktadır" (2). Program devrimci öğeler taşıyor. Özellikle üretim araçlarının mülkiyetinin değiştirilmesi, bunların üretici yeni kuşaklara verilmesi mesleğinin (ekolünün, doktrininin) izleneceğini belirten tümce, kurulmakta olan Cumhuriyet’in amacının köklü ekonomik-toplumsal devrimler olduğunu gösteriyor. En azından Anadolu İhtilalini başlatanlar böyle düşünüyorlardı. Mustafa Kemal’in her olanakta toprak reformu gereğinden söz etmesini, 2. Dünya Savaşı bitimindeki toprak reformu yasası girişimini anımsayalım. Ne var ki, hız daha başlangıçta kesilmeye başlamıştır: Kurtuluş Savaşı’nın nasıl sonuçlanacağını İstanbul’da oturup bekleyen Osmanlı bürokratları savaş kazanılınca Ankara’ya gelecekler, kendilerine önemli görevler verilecektir. Cumhuriyet’e ve devrimlere inanmayan bu gibiler devrimci atılımları savsaklayıp göz ardı edeceklerdir. “Önemli işlerde ve konularda dümenin kesinlikle Cumhuriyet’e inanmayanlara verilmemesi gerekirdi… Cumhuriyet döneminin talihsizliği budur…"(3) Bu bağlamda Eğitim Bakanlığı’nda da hizipler oluşmuştu(4). Köy Enstitüsü kurucuları bu hiziplerin sinsi yada açık engellemeleriyle uğraşarak çalışacaklardır. Onlar Anadolu İhtilali’ne, onun ekonomik, toplumsal devrimci amaçlarına, sosyal devlet idealine en başından inanmış, bağlı kalmış, bu doğrultuda, savaşım vermiş insanlardı. 

Köy Enstitüleri’nin aydınlanmanın, ilericiliğin bir sloganı olarak güncelleştirildiği günümüzde, Köy Enstitüleri tasarımının Cumhuriyet’in devrimci amaçları bakımından irdelenmesi önem taşıyor. Köy Enstitüleri’nin doğru anlaşılması ve doğru yorumlanması, doğru anlatılması gerekiyor. Köy Enstitüleri ileri bazı eğitim ilkelerinin uygulandığı özgün bir eğitim atılımı olmakla mı sınırlıydı, yoksa bunu da içeren, kapsamlı bir ekonomik, toplumsal değişimi hızlandırmaya yönelik bir devrimci tasarım mıydı? 

Bunu incelerken iki nokta göz önünde tutulmalıdır:

1. Tasarımın yalnızca birimlerinden biri olan Köy Enstitüsü değil, sistemin tüm birimleri ve örgütlenme modeli dikkate alınmalıdır. 

2. Atılımın yarım kaldığı düşünülerek yapılanlardan başka, tasarlananlar da incelenmelidir. 

Bu nedenle de Köy Enstitüleri tasarımı diyoruz. Böyle kapsamlı bir inceleme tutucu ve gelenekçi eğitimcilerle yapılamaz. En azından toplumcu, "sosyal pedagoglar" (5) gereklidir. Toplumbilimciler ve ekonomistler de işe karışmalıdır. Bizim burada yapmaya çalıştığımız konuyu açmakla sınırlıdır. 

Köy Enstitüleri olayına böyle geniş bir açıdan bakılmadıkça bu konudaki yorum ve amaç kargaşası sürecektir. Önerdiğimiz yöntemlerle incelendiğinde Köy Enstitüleri’nin üzerinde az durulmuş bazı niteliklerini ele almak gerekiyor: Bilindiği gibi Köy Enstitüleri’nin öğretim ve eğitimin yanı sıra işe ve üretime dayalı önemli bir ekonomik işlevi de var. Peki bu işlevin boyutu ve amacı ne?

 

Köy Enstitülerinde Üretim:

 

Eğer atılım durdurulmasaydı 1957’de yalnız köy ilkokullarında"… en az 22 bini bulacak Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin elinde irili ufaklı 150 bine yakın hayvan 1,5 milyon dönüme yakın toprak, 2 milyon parçaya yakın iş araçları bulunacaktı…"(6). Bu sayıyı daha da yükseltenler var: Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin sayısı 38 bini bulsaydı, enstitü ve bölge köy okullarının da hesaba katılmasıyla eldeki toprağın 4,2 milyon dönüme erişeceği savunuluyor (7). En iyisi gerçekleşmiş olanlardan bazı örnekler vermek: Arazi olanağı kısıtlı üç enstitü dışında Köy Enstitüleri’nin her birinde 670-5000 dönüm arasında tarım arazisi vardı. Çifteler Köy Enstitüsü’nde 1945/46 döneminde 154 ton sebze üretilmişti. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde çoğu kayısı olmak üzere 17 bin 750 meyva ağacı vardı (8). Birçok enstitü ununu ekmeğini kendi sağlıyordu. Üretim çalışmaları, üretimin türü yöresel özelliklere göreydi: Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde 18 tekne ile yoğun balıkçılık yapılıyordu. 1942/43 döneminde 300 ton balık tutulmuştu. Tüm bu çalışmalar enstitülerin döner sermaye işletmeleri ile bağlantılıydı. Örneğin Beşikdüzü bu yoldan piyasada da çok ucuz fiyata halka balık satıyor, kar ediyordu. Balık satıcısı aracılar tedirgin olmuşlardı (9,10). Gölköy Köy Enstitüsü’nde yapı işleri için üretilen 280 bin tuğlanın binini 130 kuruşa maletmişlerdi. Piyasada ise bin tuğla 8-10 liraydı! (11). Pazarören Köy Enstitüsü’nde 1946 yılında enstitünün demircilik ve marangozluk işliklerinde çoğu halkın olmak üzere 254 türden 30 bin parça üretilmişti (12). Örnekleri çoğaltmıyorum. Döner sermayeler üretimin halka ulaştırılması, piyasa sömürü düzenlerinin zayıflatılması için kullanılıyordu.

 

Köy Enstitülerinin Kooperatifleri

 

İlgili yasa ile (Yasa no.4274, madde 62) Köy Enstitüsü’nde ve köy okullarında öğretmen, öğrenci, eğitmen ve köy halkının gereksinmeleri göz önünde tutularak üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması, bunların aralarında bir kooperatifler birliği kurabilmeleri öngörülmüştür. Bunlar köy halkının gereksinimi olan eşyayı da satabileceklerdi. "…Bu kooperatifler gelişerek  köy halkının tarım araç gereçlerinin ve köy okullarının eğitim öğretim araçlarının sağlandığı büyük satış mağazaları haline gelmişlerdir… Kooperatifi daha da gelişmiş Köy Enstitüleri’nde müteahhitlere yol görünmüştü. Yiyecek ve yapı araç gereçleri kooperatif yolu ile alınıyordu… Tüccarın amanbilmez baskısından ancak kooperatif yolu ile kurtulmanın mümkün olabileceği gerçeği kongrelerde konuşulur hale gelmişti…Örneğin Akçadağ Köy Enstitüsü Kooperatifi’nin 136’sı köylerde olmak üzere 733 ortağı vardı. Kooperatifin Enstitü’de büyük bir deposu ve satış mağazası bulunuyordu. Enstitü’nün basımevi de kooperatife bağlıydı. Basımevindeki basım işleri için siparişler alınıyordu. Köy okullarının okul eşyası Enstitü’de yapılıyor, bunlar ve uygulama bahçeleri için fidan, tohum, tarım gereçlerinin sağlanmasına kooperatif aracı oluyordu…(13). Ve bir başka Köy Enstitüsü, Pazarören: "…Kooperatif için ayrı bina yapıldı. Enstitü’nün karşısındaki üç bakkal işi bırakıp dükkanlarını kooperatife sattılar. Kooperatif Sümerbank’ın satış mutemetliğini, tekel bayiliğini de almıştı… Yıl sonlarında kooperatifin üyeleri öğrenci, öğretmen ve köylülerle birlikte yapılan genel kurulları Köy Enstitüsü’nün bir iki gün süren en heyecanlı en ilginç en tartışmalı günleriydi. İşin başında bin iki yüz ortağın oyu ile seçilen bir öğretmen, iki üç köylü, üç dört öğrenci bulunurdu. Bunlar işleri planlaştırır, her türlü sorumluluğu yüklenir, kooperatifi yönetirlerdi…" (14).

Köy Enstitüleri kooperatifleri sağladıkları ekonomik çıkarlardan öte, halkla bütünleşmenin de aracı idiler.

 

Bölge Köy Okulları

 

İlk okuldan sonra üç yıllık bir genel ve mesleksel öğretim vermek üzere açılmalarına başlanmış Bölge Köy Okulları (BKO)’nın önemi yeterince anlaşılmamıştır. Her on köyde bir bölge okulu bulunacak ve sayıları dörtbin olacaktı. Bunlar birer küçük Köy Enstitüsü niteliğinde tasarlanıyorlardı. Buralarda bölgelerindeki köylerin her türlü gereksinmelerine yanıt verecek tarım alanları, tohum iyileştirme ve aşım istasyonları, ortak kullanılacak tarım ve teknik araç gereç merkezleri, onların bakım işlikleri, konserve yapım evleri, spor ve oyun alanları, kitaplıklar, tiyatro bulunacaktı. Bunlara bağlı kooperatifler halkla birlikte işletilecekti. 4274 sayılı yasanın 23. maddesine göre buralardaki kurumlardan bölge içindeki köy halkı beraberce yararlanacaktı. Buradan köylülere üretim için verilen tohumlar, fidanlar ve damızlıklar için hiçbir para alınmayacaktı.

Tüm ülkeyi bir ağ gibi kaplayacak dört bin Bölge Köy Okulunun yaratılmasıyla elde edilecek ekonomik dayanağın cumhuriyetin amaçladığı ekonomik devrimleri gerçekleştirmekte devrimcilere ne denli güç sağlayacağını anlamak zor olmasa gerekir.

 

İki Yüz Bin Tarımcı, Altmış Köy Enstitüsü ve Toprak Reformu

 

Cumhurbaşkanı İnönü Temmuz-Ağustos 1942’deki denetleme gezilerinde Köy Enstitüleri sayısının altmışa çıkartılması ve beş yıl içinde ikiyüzbin tarımcı yetiştirilmesi için planlama yapılmasını istedi. Köy Enstitüleri yasasının birinci maddesi "Her türlü köy meslek erbabını yetiştirmek üzere Köy Enstitüleri kurulur" yargısıyla buna yasal olanak sağlıyordu. Ama neden bu kadar çok tarımcı? Kırk bin köy için iki yüz bin fazla değil miydi? Bu olayın yorumunu yaparken, daha 1970’de bu isteğin girişilecek bir toprak reformu ile bağlantılı olması gerektiğini belirtmişti (15). Kanıt daha sonra bulunacaktı. 1930’lu yıllardan başlayarak bu konuda çalışmalar yapılıyordu. 1937’de Milletler Cemiyeti’nden diğer ülkelerdeki uygulamaları anlatan bir rapor istenmişti. Cemiyet’in İş Bürosu Toprak Islahatı Başkanı Gorni tarafından hazırlanan rapor gizli tutulacak, çok yakın ilgililer dışında ancak 1944’de çok az sayıda bastırılacak ve "kişiye özel" olarak dağıtılacaktı. Bir reformdan sonra ortaya çıkacak aksaklıkların ve üretim düşüklüğünün anlatıldığı rapor, reformla birlikte köy kökenli tarımcıların kırsal koşullarda, pratik ve uygulamalı yöntemlerle yetiştirilmelerini, köylüye verilecek araç ve gereçlerin köylere dağılacak bu elemanlarca kullanılmasını salık veriyor, araç gereç ve kapitalle birlikte, yetişmiş böyle bir kadro devreye girerse, reformun sarsıntısız ve başarılı olacağını bildiriyordu. Yasa tasarısı çalışmalarının hızlanması ile Köy Enstitülerinde ikiyüzbin tarımcı yetiştirilmesi konusu bağlantılıydı ve bu çok açıktı. (16,17).

Tarımcıların yetiştirilmesini konu alan tasarı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nde hazırlandı ve 12.9.1942’de ilgililere verildi (18). Yapılacak eğitimin ağırlığı kurulmaları hızlandırılan bölge köy okullarında olacaktı. Tarımcı olmak üzere köylerden alınacak ilkokul çıkışlı çocuklar kış aylarında Bölge Köy Okulları’nda teorik,  yaz aylarında sayıları arttırılmış Köy Enstitüsü’nde pratik öğrenim göreceklerdi. Öğretim süresi üç yıl olacak, iş beş yılda tamamlanacak.

Elde bulunan bir not 30 Ocak 1945’de köşkteki bir toplantıyı gösteriyor: "İnönü, Toprak kanunu, Başbakan, Tarım Bakanı, Maliye Bakanı" (19). Cumhurbaşkanı 18.5.1945’de Ulus Gazetesindeki yazısında alışılmadık bir davranışla "bölge okullarına verdiği önemden ötürü" İlköğretim Genel Müdürü’ne teşekkür ediyordu. Genel Müdür ise yazdığı bir yazıda Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nın önemine değiniyor, yasa’nın amaçlarına ulaşabilmesi için çiftçinin iş araçlarına ve krediye, düzenli çalışma olanaklarına kavuşması gerektiğini, bunların geciktirilmemesini, her şeyden önce yasanın gelişip gürbüzleşmesini sağlayacak insanları yaratmanın gerekli olduğunu yazıyordu (20).

Ama ne Köy Enstitüleri’nin sayısı arttırılabildi, ne de tarımcılar yetiştirildi. Birincisi için olanaklar yoktu, ikincisi için Tarım Bakanı; o elemanları kendisinin yetiştireceği gerekçesiyle tasarıya karşı çıkıyordu. Yasa tasarısı ise Mayıs 1945’de TBMM’ne verildi. Binbir zorlukla çıkartılacak, ama uygulanamayacaktı. Ve Türkiye çok partili rejime geçişle bambaşka bir sürece girecekti.

 

Sonuç

 

Bazı arkadaşlarım ve ben 1970’den beri Köy Enstitüleri olayının bir devrim için eğitim eylemi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Cumhuriyetin temel taşlarından olan o güzel devrim kavramının yıllardır içinde çalkalandığımız karşı devrim sürecinde sözcük olarak ağızlara alınmasından bile korkuluyor. Köy Enstitüleri’ne ilgi duyan bir çok araştırmacı konunun özüne girmekten çekinerek kenarına köşesine değinmekle yetiniyor. Nedeni, o öze girilirse karşılarına Köy Enstitüleri problemini çözecek devrim kavramı çıkacak. Böylece çoğu kez, Köy Enstitüleri konusunu dar ve geleneksel anlamda bir eğitim hareketinin kısıtlılığı içinde incelemekle yetiniyorlar. Eğer Köy Enstitüleri ile böyle sınırlı bir eğitim amacı güdülseydi, öğretmen olacaklara yalnızca ilkokul programlarını öğretebilme bilgileri verilirdi; özgür okuma, düşünme, tartışma, özeleştiri, özyönetim, bilinçli iş eğitimi v.b. gibi ileri ilke ve yöntemlerin uygulanmasına hiç gerek görülmezdi. Ama öyle yapılmadı. Aydınlanmış, bilinçlenmiş, Cumhuriyet’in devrimci atılımlarını yürütecek, halkı bu yönde yetiştirecek yeni insan yaratılmaya çalışıldı. Evet, eğitimle tek başına devrim olmaz. Ama aydınlanmış, bilinçlenmiş insan olmadan da devrim olmaz.

Ne var ki yalnızca o tip aydını yetiştirmek de yeterli değildir. O yeni insana ekonomik güç ve destek de sağlanmalıydı. O zaman bu yazının konusu olan düzenlemelere gidildi. Köy Enstitüleri sisteminin tüm birimlerinde o yeni insanların destek alacakları, halkı devrimci atılımlara katacakları, halkla bütünleşecekleri, demokratik ve katılımcı yöntemlerle birlikte yönetecekleri, yürürlükteki ekonomik düzensizliklere, sömürüye karşı çıkabilecekleri ekonomik güç odakları, ekonomik üsler yaratılması tasarlandı. Buraları Cumhuriyet’in her türlü ekonomik ve toplumsal devrimci girişimlerinde dayanak noktaları olacaktı. Tasarının tümü devrimci atılımlar için eğitim kurumundan olabildiğince yararlanmayı öngörüyordu. Ama bunu yaparken insan kişiliğine en yüksek değeri vermeyi, onun yaratıcı gücünü en ileri şekilde aydınlığa çıkarmayı da sağlayacak eğitim öğretim ilkelerini uygulamayı gözardı etmiyordu.

Peki böyle bir tasarı, bu tür eğitim anlayışı, eğitime böyle bir yaklaşım Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle, amaçlarıyla ne denli bağdaşıyordu? Tam çakıştığı kanısındayım. Köy Enstitüleri’ni kuranlar Anadolu İhtilali’ne en baştan katılmış olanlar, kuruluştaki ilkeleri yapmış kişilerdi. Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında saptanmış eğitim programındaki gençliği çalışma düşüncesi ve üretim amacı ile yetiştirmek ve onlara üretim araçlarını vermek ilkesi Köy Enstitüleri tasarısının temelindeki görüştür. Cumhuriyet’in kurucuları başlangıçta olabildiğince ileri, olabildiğince toplumcu, olabildiğince devrimci bir saptama yapmışlardır.

Ya sonra? Sonrası ne zaman ve nasıl kurtulacağımızı bilmediğimiz bir karşı devrimdir. En iyisi şöyle söyleyeyim: O güzel devrimci bakan, İsmail Safa yazımın başına aldığım sözleri bu karşı devrim süreçlerinde söyleseydi acaba kaç yıl hapis cezası yerdi?

 

Kaynakça:

1) Maarif Vekaleti Mecmuası. 1 Mart 1341 (1925), s.1, s.48-60 ve Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 7-8 Mart 1923

2) Tonguç, İ.H., Canlandırılacak Köy, 2.baskı, İstanbul, 1947, s.271

3) a.g.e., s.15-16

4) Bayır, F.O., Köyün Gücü, Ankara, 1971, s.118

5) Tonguç, İ.H., İlköğretim Kavramı, İstanbul, 1946, s.83

6) Tonguç,İ.H., Canlandırılacak Köy, 2.baskı, İstanbul, s.651

7) Yılmaz, A. Köy Enstitülerinde Tarım Eğitimi, 50. Yılında Köy Enstitüleri, Eğit-Der yayn., Ankara, 1990, s.236

8) Tekben, ş., Neden Köy Enstitüleri, TGMT yayn., İstanbul, 1962, s.29-30

9) Arman, H., Piramidin Tabanı, Ankara, 1969, s.373-386

10) Akıncı, F., Köy Enstitülerinde Balıkçılık, Tonguç’a Kitap, İstanbul, 1961, s.322-323

11) Balkır, S.E., Eski Bir Öğretmenin Anıları, Arı Yayn., İstanbul, 1968, s.222-232

12) Gedikoğlu, ş., Köy Enstitüleri, Ankara, 1971, s.122

13) Tekben, ş., Kooperatif Çalışmaları, Tonguç’a Kitap, İstanbul, 1961, s.312-313

14) Gedikoğlu, ş., a.g.e., s.109-113

15) Tonguç, E., Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, Ant Yayn., İstanbul, 1970, s.280-289

16) Yetkin, Ç., Toprak Reformu ve Köy Enstitüleri, Müdafaa-i Hukuk, sayı.20, 30.03.2000, s.34-38

17) Avcıoğlu, D., Milli Kurtuluş Tarihi, cilt.3, İstanbul, 1974, s.1400-1406

18) Tonguç, E., Bir Eğitim Devrimcisi:İ. Hakkı Tonguç, cilt.1 Güldikeni yayn., Ankara, 2001, s.520-524

19) Tonguç arşivi, 1945 yılı not defteri

20) Tonguç, İ.H., Çiftçiyi Topraklandırma Davası, İlköğretim Dergisi, sayı.183-185, Ankara, 1.8.1945, s.2406-2408

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.