Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürü Hamdi Akman Prof. Dr. Işık Akman Kumbasar

Babam  hakkında bir yazı yazmaya çalışırken duygusal olmamak mümkün değil.  Hele konu Köy Enstitü'sünde olunca...  Kızılçullu Köy Enstitüsünde geçen çocukluğum bütün çarpıcılığı ve renkleri ile gözümde canlanıyor ve beni o zaman içinde bulunduğum ümit ve coşku dolu ortama götürüyor.  Bu sıra dışı yolculuk, 1942 senesinin sonbaharında başladı.  Babam Hamdi Akman, Eskişehir Maarif Müdürlüğü görevinden İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürlüğü’ne atanmıştı.  Babamın Eskişehir’deki görevi  sırasında Çifteler Köy Enstitüsü kurulmuştu.  Bu okul, bir ‘ilk’ idi.  Onu çok  kısa bir zaman içinde diğerleri izledi.  Babam da   kendini bu atılımın içinde bulunmuş, öngörülen eğitim seferberliğinin asırlarca ihmal edilmiş olan köy çocuklarını cehaletten kurtaracağına yürekten inanarak  şevkle işe başlamıştı.  Babam inancını hiç yitirmeden sonuna kadar bir nefer gibi çalıştı.  Yokluk ve zorluklar içinde bulunan köy çocuklarının nasıl bir cevhere dönüştüklerini görmek onun için en büyük ödül ve aynı zamanda güç kaynağıydı.

Bilindiği gibi, Köy Enstitülerinde öğretmenler ve öğrenciler aynı yerleşkede yaşarlardı.  Bizim evimiz de okulun içinde idi.  Aslında biz bu konuda şanslıydık çünkü  bütün binalar ve bahçeler eski Amerikan Kolejinden kalmıştı.  Büyük saat kulesi uzaklardan görülürdü.  Bahçesi Kızılçullu deresine kadar uzanırdı.  O noktada ise Romalılardan kalma bir su kemeri vardı.  Gizlice o kemerden geçerek karşı tarafa gitmek mümkündü.  

Sabahları davul sesi ile uyanırdım.  Güne 1500 öğrencinin hep birlikte oynadığı bengi ile başlanır, sonra dershanelere gidilirdi.  Hocaların gözetiminde dünya klasikleri okunurdu.  La Fontaine’in masallarını ilk orada dinlemiştim.  Her hafta sonu büyük konferans salonunda bir gösteri olurdu.  İlk defa Antigone’yi orada abla ve ağabeylerden seyretmiştim.  Onlar  zeybek  oynarlarken, akordeon çalarak yürürlerken ne kadar güzeldiler.  Onlara imrenirdim ve çok severdim.  Çünkü bu duygular bana babamdan iletiliyordu.  Babamın onlara bakışından gece gündüz onlar için çırpınışından ben de bir çocuk olarak etkileniyordum.  Babam, bazen günlerce ortadan kaybolur ve sonra üstü başı perişan bir halde dönerdi.  Sonradan onun at sırtında köy köy dolaşıp öğrenci toplamağa çalıştığını öğrendim.  Özellikle kız ve erkek öğrencileri arasında bir ayrımcılık yapılmazdı.  Öğrenciler geldiklerinde önce banyoya sokulur ve sonra onlar için hazırlanmış bir örnek giysilerini giyerlerdi.  Bütün öğretmenler de aynı kıyafet içinde idiler.  Öğrencileri ziyarete gelen aileleri okulda konuk edilirlerdi.

Enstitünün ziyaretçileri çoktu.  Babam akşamları eve genellikle bir misafir ile birlikte gelirdi.  Annem her zaman hazırlıklı olmağa çalışırdı.  Evimizde Hakkı Tonguç’u sık sık görürdüm.  İkisinin "Ah biraz daha dayanabilsek" şeklindeki endişeli konuşmalarına bir anlam veremezdim.  Zaten harp vardı.  Alman ordusunun silah sesleri adalardan duyuluyordu.  Akşamları ise karartma nedeni ile kapanan pencereler İzmir’in yaz sıcağını daha da bunaltıcı yapardı.  Sıtma, uyuz ve tahtakuruları da üstüne caba idi.  Sabahattin Eyüboğlu ile babam yemek yerken sivri sineklerin yemeklere düşmesi ile annemin dehşete kapılmasını bugün de sıkıntı ile hatırlıyorum.  Yazar Cevat şakir Kabaağaç, Mimar Mualla Eyüboğlu evimize uğrayanlardan hatırlayabildiklerim.  Bir kez de Maarif Vekili Hasan Ali Yücel misafirimiz olmuşlardı.  Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün okula gelişini bahçe duvarının üzerine çıkarak seyretmiştim.  Babam da yanında idi.  Gurur duymuştum.  Demek ki babam büyüklerimizin ilgisini çeken önemli işlerde çalışıyordu.

Babam  bu  arada Ortaklar Köy Enstitüsünün kurulmasını da üstlenmiş. Daha uzun süreler ortadan kaybolmağa başladı.  Orada öğrenciler ile birlikte ilk binaları inşa etmişler.  Hatta babam bir gün sıcaktan ve yorgunluktan yolda bayılmış.  Sonradan o yola isminin verildiğini duymuştum.  Hâlâ durduğunu zannetmiyorum.  Babam Kızılçullu’dan ayrılıncaya kadar Ortaklar Köy Enstitüsünün de Müdürlüğünü yaptı.

Sonra birden bir telaş başladı ve babamın Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsüne atandığı öğrenildi.  Kızılçullu’da kalışımız sadece dört yıl sürmüştü.  Eşyalar   toplandı, denkler yapıldı ve bir kompartımana yerleşerek trenle Ankara’ya hareket edildi.  İzmir’e bahar gelmişti.  Her taraf laleler, papatyalar içinde idi. Yol ilerledikçe önce ekinlerin boyları kısaldı ve sonra kuru toprak gözüktü. Hasanoğlan’da bizi babamın çok sevdiği kadim dostu Rauf İnan karşıladı. Kalacağımız eve yerleştik.  Okulların kapanmasına on beş gün kalmıştı ve ben ilk okul diplomamı Hasanoğlan köyü okulundan aldım.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü bir kültür yuvası idi. Yüksek Kısmı da olduğu için seçkin öğrenciler daha üst düzeyde öğrenim görüyorlar ve uzmanlık kazanıyorlardı.  Orada bir gün küçük bir kız olan Suna Kan’ı dinlemiştim.  Babası ile birlikte gelmiş, verdiği konserde ona piyanoda müzik öğrenimi gören bir öğrenci eşlik etmişti.  Hasanoğlan’da kalışımız uzun sürmedi.  Zaten ortada bir tedirginlik vardı.  Babam sık sık Ankara’ya gidip geliyordu.  Sonunda Rauf  İnan ve babamın Maarif Müfettişi olarak Ankara’ya tayin edildikleri öğrenildi.  Maarif Vekili Hasan Ali Yücel gitmeden önce onları daha üst bir mevkiye getirmek istemişti.  Çünkü zaten dağıtılacakları belliydi.

Büyü bozulmuştu.  Anadolu insanının uyandırılması, aydınlanması, çağdaş, bilinçli, bağımsız bir toplum haline dönüştürülebilmesi için girişilen eğitim seferberliği istenmiyordu.

Köy Enstitülerinin amacından uzaklaştırılarak yok edilmesini izlemek, babam Hamdi Akman’ı tam anlamı ile yıktı.  Bu olamazdı.  Bu haksızlıktı.  Babam çaresizlik içinde isyan ediyordu, ama başvuracak, derdini anlatacak bir merci yoktu.  Zaten bütün arkadaşları dağıtılmışlardı ve suçlanmakta idiler.  Evet ülkelerinde cehaletle, bağnazlıkla  büyük bir özveriyle savaştıkları için suçlu görülüyorlardı.

Burada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim.  Babamı kaybettikten çok seneler sonra bir mavi yolculuk sırasında kardeşim ile birlikte Gökova’daki Ören kazasına uğramıştık.  Kahvede otururken yanımıza bir bey geldi ve sohbet edilmeye başlanıldı. Öğretmen olduğunu ve deniz kenarındaki yeşil panjurlu küçük evin ona ait olduğunu söyledi. Konuşmalar ilerledikçe Kızılçullu Köy Enstitüsü mezunu olduğu anlaşıldı.  Biz de doğal olarak babamız Hamdi Akman’ı sorduk.  Öğretmen irkilerek doğruldu. Yüzünde büyük bir heyecan ifadesi belirmişti.  Bize şunu söyledi.  "Babanız olmasa idi ben dağda çoban olacaktım, şimdi adam oldum."

Sevgili babam Hamdi Akman.  Uzun boylu, sarışın, yakışıklı bir göçmen çocuğu.  Babasını Enver Paşa’nın ordusunda Sarıkamış’da kaybetmiş bir şehit çocuğu.  Bütün ömrünce ideallerinden ödün vermeyen dürüst insan.  Seni saygı ile anıyor ve her şey için çok teşekkür ediyoruz.

 

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.