Pakize Türkoğlu Yeniden İmece, Aralık 2003, Sayı:1 Neden Yeniden İmece?

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin yayın organı, "Yeniden İmece" Dergisi’nin çıkışını bir rastlantı olarak görmüyorum. Etkinliklerini yayın yoluyla da dile getirmek Köy Enstitülerinin geleneğinde vardı.

Dönemin Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılan İlköğretim Dergisi, Köy Enstitüleri, köy okulları, öğretmenleri ve eğitmenlerinin çalışmalarıyla, haberleriyle dolu olurdu. Ayrıca Bakanlığın "Köy Enstitüleri" adında aralıklı olarak çıkardığı başka bir yayın da vardı.*

Öte yandan, Batı Edebiyatı öğretmenimiz Sabahattin Eyüboğlu rehberliğinde, Yüksek Köy Enstitüsü Dergi Kolu’nun çıkardığı ve binlerce basılan Köy Enstitüleri Dergisi de böyle yayınlardan biriydi. Öğrenci yazılarından seçilmiş şiir, öykü, inceleme, alan araştırmaları ve çevirilerle dolu bu dergi Enstitü öğrencileri hatta öğretmenleri için önemli bir bilgilenme ve eğitim aracıydı. Merkezden Enstitülere ve Enstitüden Enstitüye bu yolla ulaşan haberler, çalışma örnekleri ve bölgelerden gelen değişik kültürel tatlar, öğrencilerde motivasyon ve çalışkanlık yaratıyor; daha çok okumaya, başka kaynaklara yönelmeye, düşünmeye, tartışma ve yazmaya yöneltici, bilinçlendirici esinler veren bir itici güç oluşturuyordu. Giderek, Akçadağ ve İvriz gibi Enstitüler kendi dergilerini çıkarmaya başlamışlardı.

Enstitü çıkışlılar yurdun dört bir yanına dağıldıktan ve bu kurumlar kapatıldıktan sonraki zor günlerde de o yeni kuşak öğretmenler mesleksel iletişim, bölgesel dayanışma ve haberleşme için kendi dergilerini çıkarmaya başlamışlardı. Enstitülerin çıkardıkları da dahil meslek ve eğitim sorunlarını, gündemdeki yurt sorunlarını tartışan, çözüm arayan bu dergiler topluca şunlardı:

Köy Enstitüleri Dergisi: Yüksek Köy Enstitüsü Dergi Kolu yayını

Akçadağ Dergisi : Akçadağ Köy Enstitüsü Dergi Kolu yayını

İvriz Dergisi: İvriz Köy Enstitüsü Dergi Kolu yayını

Gayret Dergisi: Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Dergi Kolu yayını

Demet Dergisi: Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Dergi Kolu yayını 

Eğitim Yolu Dergisi: İç Anadolu Bölgesi Köy Öğretmenleri Dergi Kolu yayını

Zamantı Dergisi: İç Anadolu Bölgesi Köy Öğretmenleri Dergi Kolu yayını

Kırkgöz Dergisi: Akdeniz (Antalya) Bölgesi Köy Öğretmenleri Dergi Kolu yayını

Köy ve Eğitim Dergisi: Perihan ve Galip Gürler’in yayını, Ankara

Bekçi Dergisi: Mehmet Emiralioğlu Dergi Kolu yayını

İMECE Dergisi: Enstitülerin kurduğu İmece Yayınevi

Bunlardan, 27 Mayıs 1960 sonrasında İstanbul’da, gene Sabahattin Eyüboğlu rehberliğinde bir imece tarafından başlatılan ve 5. sayıdan sonra Ankara’da çıkmaya başlayan İmece Dergisi, etkin tutumu ile ülke çapında yaygınlaşarak görevini sürdürdü. Sahipliğini Enstitü çıkışlı Hamza Soydaş’ın üstlendiği bu dergi sadece Köy Enstitülüler değil; giderek eğitim sorunlarına, yurt ve dünya sorunlarına ilgi duyan tüm öğretmenlerin, aydınların ve halkın okuyup yazdığı bir imece niteliği kazandı. Bir yandan Köy Enstitüleri ilkelerinin ortaya çıkmasına, yazıya dökülmesine ve Türkiye’nin gereksinimi olan eğitime, bir yandan da öğretmenlerin TÖDMF (Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu), sonra da TÖS’te (Türkiye Öğretmenler Sendikası) örgütlenmesine katkı sağladı. Öğretmenler meslek kuruluşlarında örgütlendikten sonra kendi yayınlarını çıkararak eğitim ve meslek sorunlarını dile getirmede Köy Enstitüleri yönteminden yararlandılar, bu yöntemleri önerdiler, kamuoyunu etkilediler.

Daha sonra çıkan, araştırmacı - Eğitimci Zeki Sarıhan’ın Öğretmen Dünyası ve Eğit-Der’in çıkardığı abece Dergisi de Köy Enstitülerine gereği kadar yer verdiler.

Biz, eski kuşak Köy Enstitülü ve TÖS’lülerin kurduğu "Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı" da amaçları doğrultusunda Köy Enstitülerinin dayandığı temelleri ve uygulamada getirdiği ilkeleri belirleyen ilgili materyalleri günümüze kazandırma ve sistemin birikimi üstüne araştırmalar başlattı. Afişe olmayan değerli çalışmalar yaptı. İlgili özgün yapıtların yeni basımlarını, makale ve imecelerin toplanmasını, kitaplaşmasını sağladı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ilgili yazı ve konuşmalarını, Enstitülerin mimarı İsmail Hakkı Tonguç’un kitaplarının, kitaplaşmamış yazılarının vb. yayınların yeni basımlarını yaptı. Ancak Köy Enstitüleriyle ilgili gün geçtikçe artan ilgiyi değerlendirecek, tartışacak, bu birikimi kamuoyuna yansıtma aracı olacak bir dergi istendiği halde çıkarılamadı.

 

YENİDEN İMECE

İzmir’de kurulan Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin çıkarmaya başladığı elinizdeki derginin varlığı, biz eski kuşağın bu eksiğimizi üstlenmiş olması ve Enstitülerin yayın geleneğini sürdürmesi yönünden de sevindiricidir. Toplumda gittikçe yaygınlaşan, Enstitü birikimini toparlayacak, tartışmaya ve incelemeye açacak böyle bir dergiye gereksinim hep vardı. Çağdaş iletişim araçları ne kadar gelişirse gelişsin, internet siteleri bize ne kadar yardımcı olursa olsun, Köy Enstitüleri birikiminin ipuçlarını saptayıp kamuoyuna sunmada elimize gelecek Yeniden İmece Dergisi’nin, kültür ve eğitim yaşamımızda ayrı bir yeri olacağı kanısındayım. İletişimdeki hızlı gelişmeler Batı’nın ünlü dergi ve yayınlarının trajını düşürmüş değildir.

Köy Enstitüleri "geçmişte kaldı" demek şöyle dursun, kapatıldığından bu yana geçen 50 yılı aşkın bir zaman içinde yazılanlar, söylenenler, tartışılanlar ve ortaya çıkan belgeler; kendi gerçeklerimizden ve çabalarımızdan süzülüp gelen bu sistemin pırıltılarını, ilkelerini iyice gün ışığına çıkarmaktadır. Eğitim ve kalkınma bağlamında getirdiği yenilikler dünya eğitim yayınlarında yer almış, Batılı eğitimcilerde hayranlık yaratmıştır. Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Kurumu UNESCO, sistemi benimseyip bir eğitim ve kalkınma yöntemi olarak başka ülkelere önermiştir. Köy Enstitüleri bir yönüyle kalıplaşmış değil, ülke gerçekleri ve olanakları iyi saptanarak eğitim biliminin ölçüleri iyi kullanılarak, gereksinim duyulan eğitimi arama yöntemidir bir bakıma. Bu bağlamda sadece köyler için değil, o yıllarda nüfusun büyük kesimi köylerde yaşadığı için bu nüfusa yönelik bir uygulamaya geçilmiştir. Bu nedenle eskimemiş, bugün de herkesin yararlanabileceği ilkeler yaratmıştır. Kapatıldığından bu yana durmadan gündeme gelmesinin, ilgi odağı olmasının nedenlerinden biri budur.

Yüzden çok kitap, yüzlerce makale, inceleme, araştırma, yurt içinde ve dışında çok sayıda doktora tezinin konusu olan Köy Enstitüleri sistemiyle ilgili yayınlar gittikçe çoğalıyor. Gün geçmiyor ki gazetelerde ilgili bir yazı çıkmasın, yazarlar bu kurumlardan söz etmesin. Geçmişte her yıl 17 Nisanlarda yaptığımız anma günleri şimdilerde eğitim platformlarına, bilimsel panellere, eğitim kurultaylarına dönüşüyor. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfının saptamalarına göre, geçtiğimiz yıl bu anlamda en az iki yüz kadar toplantı yapıldığı anlaşılıyor. Üniversitelerimiz, sivil toplum örgütleri, bilim-kültür ve eğitim adamlarımız, öğretmenlerimiz konuya sahip çıkıyor. Sadece onlar değil, ilgili konuşmaları dinlemek için salonları dolduran, yayınları ilgiyle izleyen, okuyan, merakla soran ana babalar, genç kuşaklar, konuyu öğrenmek, tartışmak istiyorlar. Dahası, böyle bir eğitim istiyorlar.

Önceki dönemin Milli Eğitim Bakanı, Beypazarı Karaşar Beldesi İsmail Hakkı Tonguç Yatılı İlköğretim Okulunu açarken, YİBO’ların Köy Enstitüleri benzeri olacağını söylemiş, Hasan Ali Yücel’i, Tonguç’u cumhuriyet eğitiminin köşe taşları olarak gördüğünü vurgulamıştı. fiimdi de dönemin başbakanı yararlanmak için Köy Enstitülerini inceleteceğini söylüyor. Bir süre önce de "Afganistan’da Köy Enstitüleri örneği çalışma yapılacağını yazmıştı gazeteler.

Böylesine yaygın bir güncelleşmeyi yapay ya da duygusal etkilerle yaratmak olası değildir. Köy Enstitülerinin ulusal ve evrensel ipuçları veren bir Türk sistemi olduğu, hâlâ yeni ve ayakta olduğu anlaşılmıştır. Bir sistem, bir yöntem yaratmak özellikle bir eğitim sistemi yaratmak da kolayca ve kısa sürelerde olacak iş değildir. Köy Enstitüleri Türkiye’nin, Osmanlı’dan bu yana aramakta olduğu modern eğitim çabalarından geçip gelen, Atatürk’ün eğitim görüşlerinden esin alarak, Cumhuriyetin aydınlanma ilkeleri üstüne temellendirilmiş iyi bir düzenlemenin yarattığı bir sonuçtur. Enstitülerin kurucu müdürlerinden Eğitimci Rauf İnan, Amerika’da J. Dewey, Avrupa’da Kerschensteiner, Türkiye’de Tonguç vardı derken bu üç eğitimcinin yarattığı sistemleri kastediyordu. Çağdaş gelişmeler karşısında Kerschensteiner’in iş okulu, J. Dewey’in faydacı ilkesi artık zamanını doldurduğu için batılıların eğitimi de dardadır. Ama Türkiye’nin Köy Enstitülerine yeni bir sistem, yeni bir yöntem olarak her yerde sahip çıkılmaktadır. Amerikalı eğitimci J. Dewey’in "Türkiye’nin Köy Enstitüleri hayalimdeki okullardır" demesi bundandır. Tonguç’un getirdiği ve öteki eğitimcilerde olmayan belirleyicilerden biri, aydınlanma eğitiminin birey ve toplum için gönenç (refah) yaratıcı olması ilkesidir.

Yeniden İmece Dergisi’nin görevi, bu birikimi değerlendirip halka sunarak, okurlarının ve yazarlarının eğitim sorunları çevresinde gerçekten büyük bir imece oluşumunu sağlamak olacaktır ister istemez. Derginin içeriği sadece bizim kuşağın anıları gözlemleri değil, yeni kuşakların bilim insanlarının, araştırmacaların Enstitü ilkelerini günümüz için değerlendirmesi, çözüm aramada kullanması, tartışması vb. yazılar olacak sanıyorum.

Geçmişte ve bugün yazılanlar konuşulanlar arasında yanlışlar ve eksik değerlendirmeler, karşı görüşler de var elbet. Vakıftaki arkadaşlar bunları saptadığı halde, böyle bir yayın organı bulunmadığı için konu tartışmaya fazla açılamadı. Yazılanlar da değişik yayınlarda çıktığından tartışmalar kamuoyuna tam yansıyamadı. Yeniden İmece’nin yanlış değerlendirmeleri görmesi yanında, bilimsel ve doğru yaklaşımı aramak ve yeni açıklamalar getirmek de olacaktır.

Türkiye’de eğitim hiçbir zaman bugünkü kadar güç durumda kalmamış, bu kadar sorunlu olmamıştır. Bunun tek sorumlusu günümüz hükümeti değil kuşkusuz. Geçmişin ihmal ve yanlışları da günümüzün sorunlarının çoğalmasında etkenlerden biridir. Ne var ki yeni yanlışlar eğitimi iyice çıkmaza sürüklemektedir. Konu eğitim olunca, bozulmaları, yanlışları düzeltmek, yeni bir sistem yaratmaktan daha zordur. Böyle bir ortamda, sorunlara ışık tutucu, çözüm arayıcı tartışmalar getirecek bir yayın organına, ülkemizde eğitime sahip çıkacak sağlıklı yayınlara her zamandan çok gereksinim var.

Böyle bir dergi çıkarmak kolay değil kuşkusuz. Ama yeni kuşaklar, yeni bir ruhla, yeni bir tutumla konuyu kavradıklarına ve sahip çıktıklarına göre, yeniden bir imeceyle bunun üstesinden geleceklerine inanıyorum. Onlar kendilerine, Köy Enstitülülerin çocukları, oğulları, kızları torunları, öğrencileri ve fikirdaşları derken kuşkusuz Köy Enstitüleri benzeri yeni bir eğitim özlemi içinde olan herkesi kucaklıyorlar. Genç yaşlı tüm kuşakları, okur ve yazar olarak yeni bir imecede buluşturarak, yeni bir eğitim dayanışması yaratmak istiyorlar.

İmece, eylem ve kavram olarak, tek tek başarılması, başedilmesi zor, hatta olanaksız işlerin halk dayanışmasıyla üstesinden gelinmesinin yöntemidir. Kendi kültürümüzün geliştirdiği zorlamasız, bir toplu davranış örneğidir. Emek ve gönül birliğiyle "zor"a çözüm bulma yoludur. Zor günlerin eğitim ve kalkınma modeli olan Köy Enstitüleri de yönetici öğretmen, öğrenci ve halk dayanışması ile ülke çapında yaratılan demokratik eğitim imecesinin adıdır. Günümüzde bu adın anlamını ve işlevini değerlendirmeyi ve yeni kuşaklara iletmeyi, "maletmeyi" üstlenen Yeniden İmece Dergisi’ne başarılar dilerim.

 

 

 

Pakize Türkoğlu

 

Günümüzde Öğrencileri Yönetime Çağırma ve Köy Enstitüleri Örneği

 

Şubat 2004, Sayı:2

 

"Demokratik eğitimin amaçlarını ilkelerini saptarken Köy Enstitülerini örnek alacaksınız. 25 yıl önce sizin içinde yetiştiğiniz "öğrencinin yönetime katılması" hakkını alabilmek için bugünün Batılı öğrencileri boykot yapıyor".

Sabahattin EYUBO⁄LU (1)

 

 

1969 yılında TÖS’ün topladığı "eğitim şurası" için kendisine başvurduğumuzda, bize yukarıdaki görüşlerini söyleyen öğretmenimiz Eyuboğlu’nun sözlerinin üstünden 35 yıl geçti. O yıllarda birçok ülkede ardı arkası kesilmeyen öğrenci hareketlerinde her ülkenin kendine özgü sorunları ve gereksinimleri yanında hemen hepsinin yeni bir düzen özlemi, eğitim reformu gibi ortak istekleri vardı. Bizde olsun Batıda olsun öğrencilerin ortak dileklerinden biri de, "yönetime katılmak"tı. Çağdaş gelişmelerin etkisiyle, klasik eğitimin geleneksel kalıplarına sığamayan gençler, demokratik bir eğitim ortamı yaratılması için reform istiyorlar, öğrenim gördükleri kurumların yönetimlerini hatta düzeni zorluyorlardı. (T.a.g. Yazı)

TÖS’ün söz konusu "Eğitim şûrası"na katılan üniversite öğrenci temsilcileri, biz öğretmenlerin çekimser kaldığımız konuların üstüne cesurca giderek, önerilerini yalın bir dille anlatıyorlar; "Sayın öğretmenlerimiz, biz genç adamlar böyle düşünüyoruz" diyorlardı.

O gün bugün ülkemizde "öğrencinin yönetime katılması" ya da temsilci seçilmesi konusu hep gündemde. Hatta kimi kurumların kendine özgü uygulamaları da var öteden beri. Son günlerde bu konu yetkili makamlarca da dile getirilmektedir. Sayın Milli Eğitim Bakanı, "Öğrenci Temsilciler Meclisi" kurulacağını açıkladı bir TV konuşmasında. Dahası, öğrencilerin de öğretmenleri değerlendireceğini, müfettişlerin rapor hazırlarken öğrenci gözlemlerinden yararlanacağını söyledi, bunu nasıl yapacaksa.

Yeni YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Erdoğan Teziç, üniversitelerde ve YÖK’te iyileştirmeden söz ederken öğrencilerin yönetime katılmasına da parmak bastı. Bu yaklaşım, YÖK ve üniversiteler açısından yapıcı bir tavırdır. Özellikle orta ve yüksek öğretim arasında eşgüdüm yaratmaya yönelik düşünce akılcı, bir seçimdir. Cumhuriyet Gazetesinde çıkan, "Gençler Olmadan YÖK Olmaz" başlıklı yazısında Gazeteci Oral Çalışlar da konuyu irdeleyerek, YÖK Başkanının öğretim elemanlarından sonra öğrencilerle görüşeceği vurgulandı (3.1.2004).

 

Köy Enstitüleri Örneği

 

Öğretmenimiz Eyuboğlu’nun dediği gibi, gerçekten de bir tarihte "Batı’da onca öğrencinin başkaldırısına yol açan, koca Sorbon’u sarsan, boykot ve işgaller elde edilmek istenen, yönetime katılma" işi, çok önceki yıllarda Köy Enstitülerinde sistemin temel dayanaklarından biri olarak hayata geçirilmiş, bizler, o ortamda, kendinden, çevresinden ve toplumundan sorumlu demokrat tavırlı insanlar olarak yetişmiş, görevimize böyle bir donanımla hazırlanmıştık. Köy Enstitülerinde uç veren bu örneği tartışırken sistemin kurulup gelişmesini yönlendiren kimi temel etkenlere bakmak gerekir: 

Bunlardan biri, sistemin yönetip yönlendiricisi olan Tonguç’un aydınlanma eğitimine getirdiği bakıştır. Ona göre, aydınlanma eğitimi,  birey ve toplum için refah yaratıcı ve bilinçlendirici olmak zorundadır. Onun "köyleri canlandırma" amacı bu anlamda bir eğitim düzenlemesi ile olasıdır. Böyle bir amaç için ezberci öğretimi silerek, üreten, yaratan, araştıran, bireyi ve çevreyi değiştirici çok yönlü bir uygulamaya yönelir. Böyle bir uygulamada öğrenciye de çok iş ve çevirgenlik görevleri düşer.

İkincisi de onun, "eğitimin uygar bir ortamda yapılması, uygar ortamda yapılmayan devinimlerin eğitimsel etkilerde bulunamayacağı" görüşü ve çözüm yaklaşımıdır. Ekonomik durum gerekli  eğitim ortamını yaratmaya elvermiyorsa, beklemek yerine eğitim kendi gücüyle uygar ortamını yaratmaya yönelmelidir. Eğitimin kendi gücü bilimdir, akıldır, yönetici öğretmen ve öğrencilerin varlığıdır. Tonguç’un bu öneriyi getirirken gözünü diktiği güvendiği güç öğrencilerdir. Bu açıdan o, öğrenciye çok önem veren ve ondan çok şey bekleyen, bir eğitimcidir (2).

Bir başka etken de bu zorunluluklar bağlamında getirilen yöntemdir. Bizde, Baltacıoğlu’nun de benimsediği ama örneğini veremediği, yeni bir iş eğitimi yönteminin  Köy Enstitülerinde uygulanmasıdır. Bu yeni ilke, "Gerçek hayatın içinde eğitim yöntemi"dir. Bu görüşlerin hareket noktalarından biri, o günlerin Köy Enstitüleri uygulamasının bu  yönleri, Tonguç’u başka eğitimcilerden ayıran temel belirleyicilerdir. Kendi açıklamasından da anlaşıldığı gibi bu sonuçlara, "Pestolozi’den bu yana gelmiş geçmiş eğitimciler özümlenerek" ulaşılmıştır (3).

"Müdür Yardımcıları, memurları, öğretmenleri, öğrencileri vb’ler olduğu halde bazı Enstitü müdürleri bütün işleri kendi şahıslarında topluyorlar. Bu yönetim biçimi köksüz, günün birinde çökmeye mahkumdur. Bütün elemanları şuursuz, düşüncesiz, zekalarını kullanmadan hareket eden, insanları kukla durumuna getiren yönetim biçimi budur... En kısa zamanda her elemana gerçek rollerinin ve sorumluluklarını vererek kurumu tek ve terör yaratan otoritenin yönetiminden kurtarmanız gerekir" diyor (4).

Enstitülerde öğretmenler de, sadece derslerini verip çıkan elemanlar değil ek görevlerle donanarak, zorlukları azaltmada yönetime yardımcı oluyorlardı. Bunun yanında, Eğitim ve Öğretimle sadece yönetici ve öğretmenlerin başa çıkması yerine, sorumlulukları paylaşarak, iyileşmeye katkıda bulunmaları, kendilerinin de böyle bir ortamda daha iyi yetişmeleri amaçlanıyordu.

Klasik sistemlerde öğretimin sorumlu ve etkili insan öğesi olarak yalnızca yönetici ve öğretmenler görülürken, Köy Enstitülerinde eğitimin her alanındaki işlerde ve yönetmede öğrenciler de sorumlu-yetkili insan öğesi olarak görüyordu. Klasik sistemlerde yönetici ve öğretmenler önde yer alırken, Enstitü sisteminde yönetici, öğretmen ve öğrenciler tüm işlerde derslerde ve yönetimde yan yana, el eledirler. Bu  birliktelik, sadece seçkin bir öğrenci grubunu yönetime katılması, yönetene yardımcı olması anlamında basit bir düzenleme değildir. Yöneten-yönetilen, eğiten-eğitilen, öğreten-öğretilen yerine, öğrencilere sorumluluklar kadar yetki de verilerek, birlikte çalışarak, birlikte üreterek, araştırarak, birlikte yöneterek, öğretimin niteliğini yükseltecek ve demokratlaştıracak bir yetkilerinin de olmasıdır. "Nasıl bir yönetime katılma" istediğini başka bir mektupta şöyle açıklıyor Tonguç:

"...Halkın kendi kendini yönetmesi ilkesi enstitülerde öğretmen ve öğrencilerin kendi kendilerini yönetmesi biçiminde uygulanarak buna uygun bir yönetimi geliştirmeye çalışıyoruz... Allah, müdür, muavin, öğretmen korkusu yaratma yolunu tutmuyoruz..."(5)

Böylece, Atalay Yörükoğlu’nun dediği gibi, "eğitim kurumları öğrenciler için  katlanılacak bir yer olmaktan çıkarak"(6) iyileşmesinde kendi payının da olduğu; rahatça yaşayacağı, arkadaşlık kuracağı, kabul göreceği, rahatça tartışacağı, düşüneceği, her zaman isteyerek koşup işlerini tamamlayacağı, kendi sahibi olduğu, zengin bir ortam olacaktır.

Köy Enstitüleri örneğinde yönetici öğretmen ve öğrencilerin örgütlü dayanışmasıyla böylesine zengin, etkin ve demokrat bir eğitim ortamı yaratılmıştır. Değilse, bozkırların ortasında uyum içinde durmadan dönen bir eğitim çarkını, o uygar eğitim sitelerini kısa sürede ve az bir giderle yaratmak olası değildir. Enstitü öğrencileri daha ilk sınıflarda bile büyük sorumluluklar yüklenerek, o büyük işletmelerin kurulmasında başta gelen güç olmuşlar, kendi bakımlarını, hizmet işlerini görme, tüm derslerin, uygulamaların içinde çalışma, yönetime katılma, bağımsız düşünme karar verme, çevreyi koruma, güzelleştirme ve geliştirme alışkanlıkları kazanırken kendileri de değişmişlerdir.(P.T. a.g.y.). Öğrencilerin katıldığı, Ekonomik sosyal ve pedagojik yönden, kurumu zenginleştiren, demokratlaştıran, bireyleri çok yönlü geliştirecek etkiler yaratan, "Köy Enstitüleri iç yönetim örgütü" çizelgesi örneği ektedir.

Örneğin çizelgede yer alan, "KÜME" düzenlemesi enstitü örgütünde en küçük çekirdek birimidir. Büyük bir alan üstünde birbirinden uzakta birçok birimi, işi, üniteleri, tesisleri, ayrı yapıları, bağı bahçesi, ağılı, tarlası, çeşitli atölyeleri, kitaplıkları olan bu  kurumlarda öğrencilerin gereksinimlerine tek tek yanıt vermek onların kabul görme beklentilerini karşılamak için yapılan bir düzenlemeydi "Küme" düzenlemesi. Ders öğretmenlerinden birinin ek görev olarak üstlendiği, 40-50 kişilik bir grubun "Küme başı" olması, enstitüde yönetimi büyük çapta kolaylaştırdığı gibi öğrencinin "kabul görme beklentisi" yönünden de kucaklayıcı, demokrat bir örgütlenmeydi. Her küme başı öğretmen, kümesi ile enstitü yönetimi arasında  eşgüdümü sağlıyor, öğrencilerin en küçük bireysel gereksinimleri bile bu yolla karşılanıyordu. Kümenin kendi içinden seçtiği Küme Başkanı bir yandan öğretmene yardımcı oluyor, bir yandan Enstitü Başkanıyla eşgüdüm içinde çalışıyordu.

Bu düzenlemelerde amaç, öğrencilerin yalnızca emeğinden yararlanarak değil; onları eğitim kurumunun sahipleri konumuna geçirerek, o büyük gençlik gücünün yaratıcılığından, aklından, hızından yararlanırken kendilerinin de çok yönlü zengin bir eğitim ortamında yeteneklerinin son sınırına kadar gelişmelerini sağlayarak, hayata ve mesleğe daha donanımlı hazırlamaktı.

Tüm bunları sadece "katılma" ya da yönetime katılma sözleriyle açıklamak olası değildir. Klasik eğitimde katılma, kimilerinin az kimilerinin çok katılımını içerir. Oysa enstitülerde öğrencinin eğitimdeki varlığı yalnızca katılımla açıklanmayacak kadar başat etkendir. Enstitü öğrencileri hayatın gerçek işleri içinde gerçek sorumluluk ve yetkiler alarak çalışırken az katılım olası değildir. Gerçek iş, gerçek yönetim az kalıtımla sağlanamaz çünkü. Böyle bir tutumla o büyük işler görülemez, eğitim oranı zenginleşemez, sistem kurulamazdı. İşte Köy Enstitülerinde öğrenciler yönetime ve işlere böylesine gerçek bir katılımla sarılarak, öğrenci gücünün başat etken olduğu bir sistem yaratılırken, sistem, cumhuriyetin yeni demokrat insanını böyle yetiştirmiştir.

Birlikte çalışan, yöneten, işleri dersleri birlikte kotaran yönetici, öğretmen ve öğrencilerin birbirine söyleyecek sözleri, önerileri ya da teşekkürleri oluyordu ister istemez.Eğitimin nasıl gittiğini ortaya dökülmesi, daha iyi nasıl olacağının konuşulması gerekiyordu. Bunun için haftada yada 15 günde bir yapılan "enstitü toplantıları-eleştiri günleri" kendiliğinden birer demokrasi forumuna dönüşürdü. Kırıcı olmadan saygı sevgi sınırını aşmadan müdürden en küçük öğrenciye kadar herkes eğitimin iyileşmesi için düşündüklerini, gözlemlerini dile getirir, birbirlerini eleştirebilirdi. Kimi zaman eleştiren, kendi yanlışını ortaya koyarak başkasının bu yanlışı yapmamasını önerenler de oluyordu.Tonguç eleştiri günlerinde:

"...Enstitü işleri en az 15 günde bir, bütün öğretmenler ve öğrenciler bir araya gelerek konuşulur.Çalışmalar, bu konuşmalar ve bakanlıktan gelen yazılar göz önüne alınarak yürütülürdü" diye anlatır. Eleştiri günlerinin temelinde enstitü düzeninin daha iyi yürümesi, üretimin artması, iyileşme önlemlerinin alınması ve öğrencilerin özgürlükleri vardı kuşkusuz. Eleştiri ortamında sorunların gerçek nedeni anlaşıldığı için engelleri kaldırmak daha kolay olurdu. Eğer çözüm bulunamıyorsa nedenini herkes bilirdi.Böyle bir katılımla öğrenciler kendilerini, enstitülerini, çevrelerini, köylerini, ülkeyi iyileştirmeye yönelik bilinçli bir eleştiri alışkanlığı kazanıyorlardı.

Atatürk’ün gençlik ve eğitim görüşleriyle "az zamanda çok iş başarma" anlayışı, Tonguç gibi yetkin bir eğitimci tarafından "öğrencilere yetki ve sorumluluklar" ilkesiyle Köy Enstitülerinde, ustaca hayata geçirilerek, geleceğin sağlıklı kuşaklarını yetiştirmeye yönelik ipuçları da verilmiştir.

İkinci Dünya Savaşının bize de yansıyan yoksunlukları içinde başarılan o büyük eğitim atılımı, öğrencilerin işlere ve yönetime katılması ile sağlanmıştır. Bugün sadece bizde değil, Batıda da kabul gören Köy Enstitüleri Sisteminin yaratılabilmesinde en büyük etken, öğrenci katılımı ve gücüdür (a.g.y).

Tonguç, başka bir mektubunda, "Enstitü çalışmaları öyle bir aşamaya gelmiştir ki birçok kişiye sorumluluk vererek, her alandaki her işin adamını yaratmak gerekir" diyor. Sözünü ettiği işlerin adamları öğrencilerdi. Enstitülerde yönetici öğretmen, usta öğretici memur ve hizmetli kadrosu kısıtlıydı. Ama öğrencilerin yönetimde ve tüm alanlardaki varlığı ile işler düzeninde yürütülürdü. Enstitü çıkışlılar, gittikleri okullarda çalışırken de görevlerini  aynı anlayış ve alışkanlıklarla yaptılar.

Köy Enstitüleri çoğaldıkça, geliştikçe yönetim ve örgütlemede daha bilimsel davranılması için Yüksek Köy Enstitüsü bünyesinde bir üst kurul oluşturulmuştu. Bu kurula seçilecek kişiler, Köy Enstitülerinde nasıl bir yönetim örgütlemesi olduğuna, örgütlemede öğrencilerin ne kadar gerçek görevler aldığına bir örnektir. Çalışma biçimi ve süreleri özgün metinde yer alan bu örgütleme şöyle:

 

Yüksek Köy Enstitüsü öğretmenlerinin seçeceği 2 öğretim üyesi

Her Enstitü öğretmenler kurulundan 1 öğretmen

Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerinin seçeceği 3 öğrenci

Enstitülerin 4.-5. Sınıflarından seçecekleri 1 öğrenci

Her Enstitüden 1 danışman

Bakanlıkça seçilecek 2 Enstitü Müdürü

Bakanlıkça seçilecek 2 Eğitim başı

Bakanlıkça seçilecek 2 Kesim Müfettişi(*)

Bakanlık temsilcisi olarak kurula katılacak 1 Kişi

 

Günümüzün koşulları, sistemleri geçmişten farklı kuşkusuz. Elbet çözümler de farklı olacak. Bugün ülkemizde İlk, Orta ve Yüksek Öğretim sorunlarının başa çıkılamayacak kadar çok olmasının nedenleri arasında, genç nüfusun özelde öğrenci gençliğin sayılarının çok olması da vardır. Sorunları azaltmada, öğrencileri yetki ve sorumluluklarla donatılarak, yönetime ve işlere katarak, gençlik kitlesinin dayanışmacı gücünden görüşünden büyük yarar sağlanabilir. Değilse onlar da bu sorunlar arasında sıkıştıkça, yıllar öncesinin yanlışını yineleyerek, başka yollara sapıyorlar ya da ellerinde satırlarla sopalarla kendi arkadaşlarının, kendi üniversitelerinin üstüne gidiyorlar.

Ne var ki bugün rektörlerin yetkilerini bile Milli Eğitim Bakanlığı bürokrasisine bağımlı kılmak niyetindeki eğitim politikalarıyla bunları yapmak kolay değil. Üniversiteler kendi özgürlüklerini öğrencileriyle elde edebilir. Bizim dayanışmacı imece kültürümüz, üniversitelerde bilimin elinde kullanılarak öğrencilerin yönetimlere ve işlere katılmasında iyileşmede, demokratlaşmada, öğrencilerin kendilerini de rahatlatacak büyük ekonomik ve sosyal yararlar sağlanabilir. Bunun için Köy Enstitülerinin getirdiği ipuçlarından her zaman yararlanılabilir. Yüksek Köy Enstitüsü Yönetim biçimi, öğrencinin yönetime katılması, Orta ve Yüksek Öğretim arasında eşgüdüme bugünde ışık tutacak bir belgedir.

 

 

KAYNAKLAR

(1) Pakize TÜRKOĞLU (1969), Öğrencilerin Yönetime Katılması ve Köy Enstitüleri, İmece Dergisi, sayı 97.

(2) P. Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, sayfa 357, İşbankası Kültür Yayınları, İstanbul.

(3) Tonguç’a Kitap, İmece Yayınları.

(4) İ. Hakkı Tonguç, Mektuplarla Köy Enstitüleri, Çağdaş Yayınları, İstanbul.

(5) A.g.y.

(6) Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu, Gençlik Çağı, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

 

 

 

 

 

Pakize Türkoğlu

 

Ünlü Eğitimci John Dewey’in Ülkesinde Tonguç ve Enstitüleri

 

Mayıs 2004, S.3

 

 

Dünya Savaşı yılları olmasına karşın yabancı bilim adamları, eğitimciler ve gazeteciler Köy Enstitülerine gelir, görürler hayranlık duyarak dönerlerdi.. Türkiye bu sistemden caydıktan sonra da sürdü yabancıların konuya ilgisi. Ünlü Amerikalı Eğitimci John Dewey "Türkiye’nin Köy Enstitüleri hayalimdeki okullardır" diyerek sisteme hayranlığı belirtti. Başka bir Amerikalı Eğitimci Fay Körby’nin doktora tezi olarak Columbia Üniversitesinden kabul gören ve Türkçe’ye çevrilen "Türkiye’de Köy Enstitüleri" araştırması bu üniversitenin arşivindedir. Avrupa’da da ilgiyle izlenen Köy Enstitüleri hareketi,Alman, İngiliz, İsviçreli vb. eğitimcilerce ele alındı, tartışıldı. UNESCO tarafından gelişmekte olan ülkelere önerildi. Tonguç ve Enstitüleri İsviçre’de yayımlanan dünya eğitim ansiklopedisinde yer aldı. Bu ülkelerde de her yıl toplantılarda konuşuluyor ve doktora tezlerine konu oluyor.

 

"New York Köy Enstitüsü"

 

Enstitü girişinde, direkler üstündeki "HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ" yazılı kocaman tabelayı bizim kuşak bilir. Bir çok fotoğrafta, kitapta dergilerde, Can Dündar’ın filminde yer alıyor. Aynı büyüklükte, demir ayaklar üstünde yükselen şeffaf tabelaya "NEW YORK KÖY ENSTİTÜSÜ" yazılmış, enstitü çıkışlı bir meslektaşımızın orada reklamcı olan oğlu Arif yapmış bu işi. Hoş bir salonun baş köşesine koydular bu görkemli tabelayı omuzlar üstünde taşıyarak. İki yanındaki duvarlarda boydan boya, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneğinin fotoğraf sergisi (bunu da başka bir enstitülü babanın oğlu Prof. Oğuz Makal hazırladı İzmir’de). Onun ve dernek başkanı Prof. Kemal Kocabaş’ın adları var duvarlarda. "Yeniden İmece Dergisi"nin afişi ve Köy Enstitüleri Vakfı’nın bülteni var. Bu görüntünün altına Talip Apaydın, Osman şahin, Varlık Özmenek ve beni oturttular… 250 kişi kadar olduğu söylenen izleyiciler karşımızda. İçlerinde Amerikalı da var ama çoğunluk orada eğitim gören, doktora yapan, yapmış ya da çalışan yurttaşlarımız. Örneğin, Arif Mardin, Talat Halman’ın eşleri gibi çoktan yerleşenler de var.

New York’taki bizim genç kuşaklardan bir grubun "Öykülü Geceler" dedikleri bir program var. Sanıyorum Mayıs şenlikleri kapsamında onlar da bu tür kültürel etkinlikler yapıyorlar. Bu yılın, programına bir "Aydınlanma Projesi, Türkiye’nin Unutulan Tarihi-Köy Enstitüleri" konusunu almışlar. Konuyu ve ne yaptıklarını iyi biliyorlar. Bir bölümü Enstitü  çıkışlıların torunları, kızları, oğulları ama eğitime edebiyata ilgi duyan, uzaklarda ülkenin sorunlarını düşünen herkes katılmış. Bizi çağırdıklarında şahsen karar verememiştim. Ama Aksu Köy Enstitüsünde Yar Direktörümüz olan Hamit Özmenek’in torunu, doktora öğrencisi Elif’in kararlılığı karşısında zorunlu olarak gittim. Enstitülerin bize verdiği bir anlayıştır bu. İyi de etmişim.

Toplantıyı sunan Defne Halman’dan sonra, yıllardan beri, New York’ta yaşayan, Sayın Güngör Mimaroğlu (İlhan Mimaroğlu’nun eşi), Amerikalı eğitimci John Dewey’in sözleriyle başladı açış konuşmasına. Yukarıda yer aldığı gibi ünlü eğitimci, "Türkiye’nin Köy Enstitüleri Hayalimdeki okullardır" demişti. Elif Özmenek, ustalara saygı bölümünü sunarken, toplumumuzun deyişiyle seslendi, konuklara. "Ne iyi ettiniz de geldiniz" dedi.

Zamansız yitirdiğimiz Köy Enstitülü edebiyatçı ve yazarlar, Fakir Baykurt, Dursun Akçam ve Ümit Kaftancıoğlu’nu sunanların bildirileri ilgiyle dinlendi. Ardından Can Dündar’ın "Türkiye’nin Yarım kalan Düşü Köy Enstitüleri" belgeseli izlendi. Işıklar yandığında bir çok kişinin gözleri ıslaktı. BM’deki Büyükelçimiz’in eşi sayın Dilek Pamir’in de gözlüğü nemliydi yanılmıyorsam. Bu duyarlılıklarda ülkemizle ilgili bir çok anlam vardı kuşkusuz. Örneğin dönemin aydınlanma politikasını tutarlılıkla yürüten Milli Eğitim Bakanı Yücel’i tüm canlılığıyla görmüşlerdi filmde.

Verilen arada sergi izlendikten sonra ikinci bölümde bizler Köy Enstitülerine gelişimizi anlattık, oradaki çokyönlü eğitimin ipuçlarını da vererek. Enstitülerin yozlaşmaya ve yalnızlaşmaya fırsat vermeyen, yönetici öğretmen, öğretmen ve öğrencilerin el ele olduğu yaratıcı ve dayanışmacı eğitim ortamını dile getirdik kısaca. Soru cevap bölümü de güzel bir sohbet havası içinde geçti. MÜ. Atatürk Eğitim Fakültesi çıkışlı Yüksek Lisans Öğrencisi Simge’nin sorusu ikinci güne kaldı zaman darlığından. 

İkinci günün ilk konusu olan "Tonguç ve Enstitüleri" üstüne kısa değerlendirmeyi ben yaptım. Onun dünya eğitimcileri arasındaki yerine değindim. 20. Yüzyılın ünlü eğitimcileri Dewey ve Alman Eğitimcisi Kecschensteiner’le karşılaştırarak, Tonguç’un eğitime getirdiği yeni ve gerçekçi katkılarla çağdaşlarını aştığını, bu yüzden Dewey’in onun sistemine hayranlık duyduğunu, bu yüzden Köy Enstitülerinin hala bizde ve dünyada günümüzün konusu olduğunu belirterek, bu nedenle Tonguç’un 21. Yüzyıl eğitimcisi de olmayı hakkettiğini vurguladım. 

Bu arada sunuculardan biri Köy Enstitülerinin bir yanını yansıtan çok hoş bir anektodu dile getirdi:

Enstitüler döneminde J. Dewey Türkiye’ye gelmiş, köyleri, okulları dolaşmış. Her yerde çocukları iş içinde görerek onlara sormuş: "Burada işleri çocuklar mı yapıyor artık" demiş. Çocuklar, "Hayır, biz yapıyoruz" demişler.

Daha sonra Köy Enstitülerin yetiştirdiği edebiyatçılardan Talip Apaydın ve Osman şahin’le program başladı. Elif Özmenek, onların yaşam öykülerini anlattı kısaca. Programın sunuculuğunu yapan Defne Halman, Osman şahin’in "Fırat’ın Cinleri" öyküsünü okurken doğulu erkek ve kadınların diline davranışına öykünmedeki sanatsallığı izleyicilere olayı sanki yeniden yaşattı.

Osman şahin, kendine özgü heyecanıyla "Bu bile az" diye başladığı konuşmasında öykü konularıyla karşılaşmasını, yazmasını, senaryolarını anlattı. Neredeyse her öyküsü film olmuş ve ödül almış. Doğup büyüdüğü yerlerde insanların doğa ve toplum olayları karşısınfaki direncini, davranışını ve düşüncesini anlattı. Aldığı ödüllerden birini telgrafla anasına bildirdiğinde, anası, çocuklara yazdırdığı bir mektupla ona şöyle sesleniyor: "Oğlum Osman, birinci geldiğine sevindim. İnşallah ikinci, üçüncü de olursun" diyor. Osman şahin’in böylesi çarpıcı örnekler sarmalında yaptığı konuşması ilgiyle izlendi.

Çoktan New York’ta yaşayan kompozitör ve yazar İlhan Mimaroğlu (Cumhuriyet dönemi ünlü mimarlarından Kemalettin Bey’in oğlu) ve sanatçı Beyhan Türer, güzel Türkçeleriyle Talip Apaydın’ın öykülerini içtenlikle okudular. Uzun yıllar, yurttan ayrı kalmanın özlemi de vardı kuşkusuz bu içtenlikte. Sonra Apaydın yine Köy Enstitüleri ve edebiyat yaşamıyla ilgili anılarını, düşüncelerini dile getirdi. Edebiyatçı olmalarını etkileyen Enstitü ortamını, serbest okuma saatlerini vb. anlattı, yazarlık yaşamından kesitler sunarak sıcak bir konuşma yaptı, soruları yanıtladı.

Varlık Özmenek de "Köy Enstitüleri Neydi, Ne Oldu" konusunu, çocukluk tanıklığını da katarak ve günümüzden bakarak tartıştı. Kendi gözlemlerini dile getirdi. Programın bu bölümü bitince, imza ve kokteyl salonuna geçildi, konuşmalar orada da sürdü.

Bu arada bize, Köy Enstitüleri 64. Yıldönümü anısına New York adını da taşıyan plaketlerle, orada görevli Eğitim Ataşemiz Sayın Melahat Özay’ın bu kültürel etkinliğe katkımız için yazdığı teşekkür belgesi verildi.

Amerikan Eğitimini de konuştuk arada bir. Üniversiteleri, yüksek öğretimi dünyanın birincisi diyorlar. Her ülkenin beyin takımını çektiğine göre öyledir elbet. Dev teknolojik gelişmeler ve iletişim, yetişmiş öğretim elemanının, maddi olanakların çokluğu vb. etkenler. Ama ilk ve orta öğretim için aynı şeyler söylenmiyor. Böyle olması da bizim Osmanlı dönemi eğitimcilerinden Emrullah Efendi’nin "Tuba Ağacı" teorisini anımsatıyor ister istemez. Öteden beri duyarız, gazeteler yazar. Amerika’da öğrenciler öğretmenleri dövermiş, tabanca tüfek taşırlarmış, arkadaşlarını  öldürürlermiş vb. anlatılan bir örnek de iç açıcı değildi. Öğrenciler tabanca, bıçak gibi kesici, vurucu yada uyuşturucu taşıyorlar mı diye okul kapısında dedektörle aranırlarmış. Pencereler tel örgülerle kaplanıyormuş, öğrencilerin atlamasından, birbirilerini atmalarından korkulduğu için. Teneffüslerde çocuklar dışarı çıkınca sınıflar tek tek kilitleniyormuş yine benzer kaygılarla. Tüm okullar böyle değildir kuşkusuz. Ama yine de olacak şey mi koca dünya eğitimcisi Dewey’in ülkesinde eğitimde böylesi bir bozulma. Köy Enstitülerini bunun için konuşuyoruz. İnsanlığın kuşaktan kuşağa eleyerek taşıdığı eğitim birikimini, kültür değerlerini devleşen kapitalizmin süpürüp gitmesini, çocukların yalnızlaşmasını, yozlaşmasını ve aforoz edilmesini önlemek için günümüzde ne yapılmalıdır?

New York’ta geçen günlerimizde çevreyi tanıtıcı program da yaptılar bizim için. Güngör Mimaroğlu, sık sık konuğu olduğumuz ofisinin çevresini tanıttı bize, Tayland lokantasına götürdü bizi. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi iken YÖK döneminde ayrılan, Mardinli ekonomi doktoru Mehmet Uca, 86 katlı ünlü yapının tepesine çıkardı, vurulan ikizler gibi yeniden yapılan azman yapıları gösterdi, şu ünlü parka götürdü. Akrabam, Yüksek Mimar Sevgili Aslı Ataöv otelimizden toplantı yerine, yemeğe götürüp getirdi. Elif Özmenek, Buket şahin program için koştular. Dil Tarihli bir meslektaşımızın kızı olan Anamurlu hemşehrim Özgün, ünlü Metropolitan Sanat Müzesi’ni gezdirdi anlata anlata. Tıp doktoru iken burada eşi ile turizmcilik yapıyorlar. Bu müzeyi gezerken durmadan düşündüm. Sadece Amerika’nın değil, tüm insanlığın geçmişten günümüze olan birikimi önünden geçiyorsunuz adım adım. Bizans ve İslam sergileri vardı yeni, onları da gördük. Birisi bana "Orayı görün" demişti. Bu görkemli müze ve içindekiler baş döndürücü gerçekten. Ama öte yandan binbir gece masallarının diyarı Bağdat’ta, Mezopotamya’dan bu yana gelen uygarlık birikimi nasıl yerle bir oldu. Nasıl yağma edildi acımasızca. Bu kadar çelişkinin yaşanması için insanoğlunun aklından zoru olmalı. Kaldı ki son işkence öyküleri daha da acı.

Adlarını burada sığdıramayacağım çok kişiyle ayrı yarı tanışıp görüştük bu toplantılar sırasında. Bir çok Köy Enstitülünün oğlu, kızı, torunu, yakını ve Enstitülü sempatizanı, dünyanın, ülkemizin ve Amerika’nın sorunlarını iyi kavramış bir kuşak var orada. Eğitim konuştuk, edebiyat konuştuk. Hatta siyaset konuştuk. Amerika’yı ve Türkiye’yi konuştuk. New York Köy Enstitüsü tabelasını yazan Arif’i, Amerikalı eşini ve onları görmeye gelen Enstitülü ana babasını, Kızılçullu çıkışlı bir kadın meslektaşımızın Amerikalı ile evli bilgisayar mühendisi oğlunu, beni güzel evinde iki gün konuk eden Piyanist sevgili Ayşegül’ü, bizim için oldukça yorulan bir yandan da tiyatroya koşan Cem’i, ressamları, mimarları, benimle annelerine selam gönderen Adanalı Çağla’yı, Bornovalı Günseli’yi, Yüksek Köy Enstitüsü’nden sınıf arkadaşım Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın oğlu Elçin vb.lerini tanıdık. Dönüşümüzde bizi kapıya kadar uğurlayan Marmara Oteli yöneticisi Güçlü Hanım’ı, havaalanına götüren hemşerimizi ve eşi Emine’yi tanıdık.

İşlerinden bize zaman ayırarak programı dikkatle izleyen, konukseverlik gösteren ve bir akşam yeniden bizimle olan, "MOON AND STARS PROJECT"in başkanı, ülkemizin değerlerinden Nur Emirgil’i tanıdık.

Türkiye’den herkese sevgiler, teşekkürler.

 

 

 

 

Pakize Türkoğlu

 

Eğitimde Sanatın Yeri ve Köy Enstitüleri Örneği

 

Yeniden İmece , 4. sayı, Ağustos 2004

 

 

Sevgili öğretmenimiz Vedat Günyol’un güzel anısına...

 

Genel eğitimde sanatın amacı sanatçı yetiştirmek değil, sanata yönelik ders ve çalışmalarla eğitim ortamını zenginleştirerek, öğrencilerin çok yönlü gelişmesini güzellikler yoluyla da etkilemektir. Bu etkilerle gerçek yetenekler ortaya çıkacağından, sanatçı adayları daha okul sıralarında kendilerini gösterip sivrilirler, yetenekleri doğrultusunda yetişme olanağı arayabilirler. Eğitimde sanattan yeterince yararlanma anlayışı, toplum kültürünün beslenmesine de büyük katkıda bulunur. Bu sonuca ulaşmak için eğitimde güzel sanatlar alanlarından yararlanılarak, çocuklarda ve gençlerde sanata ve sanat eserlerine karşı ilgi uyandırmak, bu yolla onların yaratıcı güçlerini geliştirici önlemler almak, okulda bir sanat havası yaratmak gerekir. 

Bu bağlamda sanat alanı dersleri, matematik vb. alan derslerinden daha önemsiz değildir. Programlar gerçek gereksinmeler dikkate alınarak bilimsel bir yaklaşımla düzenlendiğinde, derslerin birini ötekinden daha önemli yada önemsiz görmemek gerekir. Böyle bir anlayış ve uygulama çocuklar ve gençler için büyük bir kayıp sayılır. Nasıl matematik etkinlikleri zihinsel gelişme yönünden çok önemliyse, sanat dersleri ve etkinlikleri de düşünsel, duygusal ve estetik gelişim yönünden aynı derecede önemlidir. Öncelik gerekirse çocukların  eğilimi güzelliktir.

Kendisi de sanat eğitimcisi Tonguç, daha 1930’lu yıllarda derleyip yazdığı "Elişleri Rehberi" kitabında konuyu bu yönlerden irdeleyerek, Resim-Elişi dersleriyle ilgili yaklaşımını belirtiyor. O yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-‹ş Bölümü kurucusu ve alanın öğretmeni olarak, öğretmen ve müfettiş yetiştiren bu kurumda verdiği etkin derslerle, yarattığı sanat havası ve ortamı ile Resim-‹ş, Müzik, Beden Eğitimi vb. derslerin önemsiz ders olarak algılanmasının önünü kesiyor. Müfettiş ve öğretmen adayı olan öğrencilerini bu görüşle yetiştirerek, sanat alanı derslerinin öteki derslerden daha önemsiz olmadığı bilincinin onlar yoluyla tüm okullara yayılmasına katkı sağlıyor.

Onun, "Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü"nde (s.446), Resim-Elişi, Müzik, Tiyatro, Beden Eğitimi, Anadili ve Edebiyat eğitimi vb. dersler, sanat yaratıcı alanlar ve estetik duyguları, kişiliği geliştirecek etkinlikler olarak görülüyor. Amaç, bu alanları kullanarak, çocuğu sanatla iç içe yaşatarak gelişimini etkilemek olduğuna göre, öğretmenler, her alanın çalışmalarına uygun araç ve yöntemler kullanarak bu etkileri sağlamalıdır, okulda yaratacakları sanat havasıyla eğitimi zenginleştirmeliler (a.g.y).

Okulda sanat havası yaratacak etkilerden biri, çocuğun en yakın çevresi olan sınıfının, okul binası ve bahçesinin güzelleştirilmesidir ona göre. Bu mekanların çeşitli resimlerle, sanat eserleriyle, onların kopyalarıyla, minyatürleriyle doldurulması, sınıfların, koridorların bu güzellik havasına uygun olarak temiz ve düzenli tutulması, bahçelerin çiçekli ağaçlı ve bakımlı olması, öğrencilerin kendi elleriyle güzel eserler ortaya koymaları, bedenleriyle kıvraklaşmaları, bir yandan müzik sesi gelmesi vb. etkiler yaşama sevinci ve güzellik duygusu yaratır. Bu güzellikler onların renk ve şekil zevkini geliştirir. Çocukların güzellik karşısında duyduğu heyecanın erişkinlerden daha az olmadığını, tüm öğretmenlerin ve anababaların bilmesi gerekir.

Ancak güzelliğe sadece bakmak yada güzel bir ses dinlemek değil, çocuklar kendileri de güzellik yaratma gereksinimi duyarlar. Bu yüzden sınıfları büyüdükçe sanat eserlerini daha çok incelemeli ve izlemeliler, sergi müze gibi yerleri görerek güzel sanatların zenginlikleriyle tanışmalılar, kendileri de çeşitli eserler yaratabilmeliler (a.g.y).

Sanat eğitimi ve okulda sanat havası yaratmada yararlanılacak alanlardan biri olarak müzik dersleri ve çalışmalarının olanakları daha da çoktur. Sesini kullanarak, aletle çalarak ve dinleyerek etkinleşmesi çocukta oldukça doyum sağlar. Önemli olan, birey olarak her öğrencinin tek tek bu etkinlikler içine dalıp kendini ifade edebilmesi, yeteneğini denemesi, buna olanak tanınmasıdır. ‹ş şarkı söylemeye gelince kekeme öğrencilerin bile dillerinin çözüldüğü unutulmamalıdır.

Anadili, hatta yabancı dil ve edebiyat derslerinin öğretiminde, öğrenme olayı gerçekleşirken, bir yandan da dil ve edebiyatın sanatsal ve estetik yanı öğrenciyi son derece etkinleştirir. Ya da öğrenci dil ve edebiyatın güzelliklerine dalınca, öğrenme olayı kolayca gerçekleşir. Bunun için güzel yazılar, şiirler, dramatizasyon ve ilgili çeşitli etkinlikler de eğitimde yararlanılacak sanat alanlarıdır (a.g.y, s.447).

Beden Eğitimi dersleri ve etkinlikleri ilk bakışta sanatsal ve estetik duyguları ve tavırları etkileyici bir alan gibi görünmeyebilir. Oysa Beden Eğitimi ve Spor derslerinin öncelikli amacı futbol topu koşturmak değil, ritmik jimnastik ve çeşitli sportif oyunlarla, halk oyunları, zeybek, dans ve rontlar yoluyla, sağlıklı beden gelişimi yanında, beden kültürü denen inceliği, eşgüdümü ve estetiği kazandırmak, günlük yaşamdaki kıvraklığı, sağlamaktır. Böylece bir beden eğitiminden geçen kişi futbolu, basketbolu da daha güzel oynar kuşkusuz. Beden eğitimi ders ve etkinlikleri gelişim çağının en temel gereksinimidir eğitim açısından. Bu nedenle, Batıda ve bizde modern eğitime geçildiğinde programlarda yer verilen ilk zorunlu derslerden biri olmuştur beden eğitimi. Tonguç da Almanya’da Beden Eğitimi öğretmenliği programına katılarak, yurda döndüğünde öğretmen okulu ve liselerde Resim-Elişi öğretmenliği yanında bu dersin öğretmenliğini de yapmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarından okullarda bu anlamda bir sanat eğitimine yer verilmesi için epeyce çaba harcandığı, bu derslerin öğretmenlerini iyi yetiştirmeye özen gösterildiği görülür. Örneğin Selim Sırrı Tarcan, Zehra Alagöz, Sıtkı fianoğlu gibi uzman beden eğitimciler,, Tonguç, Malik Aksel vb. Resim-‹ş eğitimcileri, Faik Canselen, Muammer Sun, Mehmet Öztekin gibi müzik eğitimcileri, kendi alanlarının çalışmaları ve alanları için nitelikli öğretmen yetiştirmeyi bu anlamda etkileyen kişiler olarak eğitim tarihimizdeki yerlerini aldılar.

 

Köy Enstitüleri Örneği

Köy Enstitülerinde sanat eğitimi alanı, dersler ve ilgili etkinlikler olmaktan öte, günlük yaşamın olmazsa olmazıdır. Her sabah müzik eşliğinde oynanan halk oyunları, büyük bir alana yayılmış olan kurumun her yerinden her zaman gelen müzik sesleri, cumartesi eğlenceleri tiyatro etkinlikleri, Resim-‹ş, köy ev ve el sanatları dersleri ve çalışmaları öğrencilerin daha ilk günlerden bol kitap okuyarak dil ve edebiyata dalmaları, şiir ve öyküler yazmaları, barakalarda yaşarken bile çevreyi güzelleştirme ağaçlandırma çiçeklendirme çalışmaları yapılması, bu kurumlarda daha ilk günden, güzellik ve sanat bilincinin temellerinin atılmaya başladığını gösterir.

Kuruluşun mimarı olan Tonguç’un çalışmalarına, yazılarına, Köy Enstitülerinin çok yönlü programına ve uygulamaya bakıldığında, sistemin sadece nicelik yönüyle değil, nitelik yönüyle de içten bir eğitim krizması amaçladığı, bu etkiler içinde kültür ve sanatın ekmek ve su gibi bir gereksinme sayıldığı kolayca anlaşılıyor. O’nun eğitim görüşü, klasik pedagojinin kısır ve kalıplaşmış kuramları üstüne değil, "Cumhuriyetin yeni insanını yetiştirme" gereksiniminden yola çıkarak, eğitim biliminin olanaklarını bu gereksinmeler yönünde kullanarak, çağdaş toplumun gelişmesi üstüne temelleniyor. Savaştan çıkmış olan ülkemizin bayındırlaşması, uygarlaşması, yeni insanın üretken olması, bilinçlenmesi kültürlenmesi, niteliğinin çok yönlü gelişmesi bağlamında, bir yandan teknik sanatlar eğitimi ve çalışmalarını, bir yandan genel kültür ve güzel sanatlar alanını içeren çok yönlü eğitim görüşüne bu yolla ulaşıyor. Ancak güzel sanatlar eğitimi de dahil tüm çalışmalar hayatın gerçek işleri içinde, üretime dönük bir tavırla, alanlarının etkinlikleri içinde yapılacaktır. Örneğin, elişi kağıdı ziyan edilerek ve temrinlerle süsleme öğretme yerine, herhangi, bir yeri güzelleştirmeye dönük süslemeler yapılmalıdır. Kuru kuruya nota öğretme yerine, notalar bir şarkıyla, zeybek melodisiyle öğretilmelidir. Ulaştığı bu yöntem, Tonguç’u başka eğitimcilerden ayıran belirleyici yanlarından biridir.

Böylece, "Cumhuriyetin yeni insanını yetiştirme"de, öğrenciler bir yandan genel eğitimin temel bilgi ve alışkanlıklarını, bir yandan tarım-teknik beceri ve bilgilerini kazanarak, öte yandan yaratılan güzel sanatlar ortamının zenginlikleri ve becerileri ile çok yönlü gelişirken, yetenekleri yönelimleri de ortaya çıkıyordu. Böyle bir eğitim "yeni öğretmenler" yoluyla köylere ulaşıyordu. Ulusal sanatımızın sağlam iplikleri, okul eğitimi içinde evrensel değerlerle birlikte kullanılarak üretilen yeni sanatsal etkiler toplum kültürünü de besleyecekti.

Bireyin nitelikli eğitimi ve kültürel yozlaşmayı önlemede ülkemizin bugün de eğitimden beklentisi, sanat eğitimi de kapsayan böylesine çok yönlü bir temel eğitim programı ve yönetimidir. Böyle bir uygulamada öğrenciler küçük yaşlardan başlayarak, yeteneklerinin kolayca ortaya çıkacağı ve kişiliklerinin çok yönlü gelişeceği zengin bir eğitim ortamında sanatın güzellikleriyle de kucaklaşarak yetişme olanağı bulacaklar.

Yukarıda da değinildiği gibi Köy Enstitüleri uygulamalarına bakıldığında, yaşama çadırlarda barakalarda başlanmasına, ilk yılların çeşitli olanaksızlıklarına karşın, sanata yönelik ders ve etkinliklerden ödün verilmemesi bundandır. Uygarlık çadır yaşamına, baraka yaşamına da güzelliği sokabilmekle yakından ilgilidir. ‹nsanlık çadırlardan modern konutlara ve yaşama bu anlayışla gelmiş, güzelliklere böyle ulaşmıştır.

Enstitülerde sanat eğitimi, çevrede sanat havası yaratma ya da çevrenin güzelliği ile ilgili olarak Tonguç’un uyarıcı bir çok genelgesi ve enstitü müdürlerine mektubu var. "Bu işin temelleri daha eğitmen kurslarında, ya da enstitüler kurulurken, barakaların çadırların yanlarına önlerine dikilen ağaçlarla, ekilen çiçek tohumlarıyla atılıyor". Müdürlere yazdığı 9 Ağustos 1941 günlü mektupta, "Kolay ve çabuk yetişen yerlerde, binaların girişleri, yemekhane gibi birimlerin pencere içleri saksı çiçekleriyle süslenmeli, bu olmazsa en uygun ağaçlar dikilmeli" diyor. Başka mektubunda, "Çadırların çevresine çiçek dikmeleri, içinin dışının temiz tutulması, sofralara çiçek konulması" istekleri, onun güzelliğe yönelik ilk uyarılarıdır. Bir mektubunda da şunları yazıyor, enstitü müdürlerine:

"Enstitülerde artık eksik bulmaya başladığım şeylerden biri güzellik anlayışı ve güzellik için emek harcanmasıdır. Her enstitü öyle bir duruma gelmiş bulunuyor ki bu uğurda biraz gayret, enstitüleri çiçeğe, resme, güzel yazıya ve eşyaya boğar. Bu kurumlarda öğrenci defterlerinin, diplomaların yazısından tutun da yemekhanelere, yatakhanelere, binalara, bahçelere, hayvan koşumlarına, arabalara, boyunduruklara, çuvallara, heybelere, kanepelere, nöbetçi kulübelerine varıncaya kadar her şey kendine özgü güzelliklere bürünmüş olmalı. Çirkin olan her şey enstitülerde asla yer almamalıdır." 

Başka bir mektubunda da (agy s.49), "Her çeşit müzik çalışması, kurumun her yerinde serbest olmalıdır. Nöbetçi grupları işleri bitirince ya da işten serbest kalan öğrenci kümeleri, tek tek çocuklar, enstitü binalarının içinde dışında, tarla kenarında, bahçelerde, ahırlarda yollarda müzik aleti çalmakta serbest bırakılmalı" diye yazıyor. Müzik aletlerinin çok sayıda alınmasını istiyor. Her öğrenci müzik aleti çalmalı, şarkı söylemeli, halk oyunlarını oynayabilmeli, tiyatro yapabilmelidir. Öğrenci bu güzel etkinlikler içinde edilgenlikten kurtulacak, kişiliği, duyguları zenginleşecek, kuşkusuz kendinde var olan yetenekler de ortaya çıkacaktı. Üstünde durduğu önemli konu, sadece dinleyici, sadece seyirci değil öğrencilerin her birinin doğrudan etkinliğin içinde bulunması sanatsal alanla doğrudan ilişki kurmasıdır. Eğitim açısından en önemli nokta budur. Öğrencilerin o yaşlarda bir müzik aleti çalmasının, şarkıyı doğru söylemesinin, ulusal oyunları doğru oynamasının, bir resim tablosu ortaya çıkarmasının, çocukların kişilik ve duygusal gelişimi için ne kadar önemli bir gereksinme olduğunu iyi biliyor.

Bu kurumlardaki özgür kitap okuma saatleri ile eğitimde dil ve edebiyattan yararlanmanın yolu çok iyi bulunmuştur. Enstitü kitaplıklarının güzel yapıtlarla, yurt ve dünya klasikleriyle doldurulup öğrenciye onları okuma olanağı sağlanmasının anlamında bunlar var. Köy Enstitülerinde Türkçe derslerinde yazım kurallarını ezberletme vb. yerine "Anadili Pratik, bilimsel, artistik ve tüm yönleriyle kucaklayacak olan" bu derslere güzel yazılar, metinler okumaktan giriliyor, bu yöntem öğrencilerin edebiyatın güzellikleriyle tanışmasını da sağlıyor. Orada kimi öğrencilerin küçük yaşlarda şiirler öyküler yazmasının nedenlerinden biri Türkçe’de böylesine ulaştıkları yetkinlikti kuşkusuz. Köy Enstitülerinden yetişen yazarların verimliliğinde öğrencilik sıralarında aldıkları bu eğitimin büyük etkisi olduğu bir gerçektir.

Enstitülü yazarların kitaplarında, makale ve inceleme yazılarında, anılarında, sanatsal güzelliklerle ilk tanışmalarının, etkinleşmelerinin çeşitli örnekleri, öyküleri yer alır. Talip Apaydın, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde çevrenin büstlerle, heykel ve rölyeflerle donatıldığı günlerde, Yüksek Kısım binasının karşısındaki "Yunanlı Çocuk" heykelini alaca karanlıkta ilk görüşünde gerçek kişi sandığını çok hoş anlatır bir yazısında. Fakir Baykurt da kitaplık nöbetinde edebiyatla nasıl tanıştığını anlatır.

Aksu Köy Enstitüsü’ne gittiğimizde mandolin çalmayı daha ilk aylarda öğrenmiştik. Antalya’dan bir okul müdürü haftada iki gün bisikletle gelip giderek bize ders verirdi. Daha sonra iyi bir müzikçi de olan Gazi Eğitim çıkışlı eğitim başımız pedagog Hakkı Rodap geldi. Enstitüde çok iyi bir müzik ağı kurdu. Kısa süre sonra bir yandan Batı müziği, bir yandan kendi kültürümüzün melodilerini, türkü ve zeybeklerini çalmayı söylemeyi öğrenmiştik. Birinci metodu bitirene yetiştirmesi için bir grup öğrenci verir, kendisi de kontrol ederdi. Bizler bir yandan kendimizi ikinci metotla çalışırken, bir yandan da onları yetiştirmeye başlardık. Kısa sürede içlerinden bizi geçenler olurdu. Örneğin gurubumdan Muğlalı Hüseyin Işık beni geçmişti. Sonraki müzik öğretmeni Mehmet ‹nal, beste yapma yöntemini bile öğretmişti bize.

Her sabah tüm öğrenciler oyun alanında halkalar olup arkadaşlarımızın çaldığı müzik eşliğinde zeybeğe duruyor, horona vuruyorduk. Ya da öğrendiğimiz türkü ve marşları yanlışsız hep birlikte bir koro gibi söyleyebilirdik. Coşkuyla katıldığımız bu etkinliklerde, ulusal etkinliklerin ritmiyle uçarcasına hareketlenmenin, türkülerimizle duygulanmanın yeniyetme ya da genç kız ve erkekler olarak bizde yarattığı eğitimsel sonuç ve yücelik başka etkilerle kolay yaratılmazdı sanıyorum. Sadece kendi melodi ve türkülerimiz değil, metotla çalıştığımız için mandolinle klasik Batı müziği parçalarını da çalıyor ve anlıyorduk. Akordeon ve keman çalanlar da vardı. Üstelik müzik kulübesindeki amplifikatör de bizi destekliyordu. Mandolinle çaldığımız birçok parçanın plakları, orada çalınır, enstitünün her yerinden duyulabilirdi. Tuna Dalgaları, Mavi Tuna, Karmen, Çardaş, Volga, Marştürk vb.

Klasik bir parça olan "Tuna Dalgaları"nı mandolinle iyiden iyice çalmaya başladığım günlerdi. Çaldıkça seviyor ve duygulanıyordum. Sevdikçe benim de plaktan gelen ses kadar güzel çaldığımı sanırdım. ‹nsan etkinleşince böyle oluyor. Dahası işin içine bir de kitap girmişti. Bir ara kitaplık raflarında gördüğüm "Tuna’dan Batıya" adında bir kitabı kaptığım gibi bahçenin uzağındaki bir portakal ağacının altına çekildim. Karıştırmaya, okumaya başlayınca dalıp gitmişim. Yazarı ‹smail Habib Sevük’ün dili biraz ağdalı olmakla birlikte sürükleyiciydi. Yazarın kendine özgü diliyle anlattıkları, mandolin çalarken ya da plağı dinlerken ulaştığım Tuna duyarlılığına, başka bir güzellik daha katarak duygu ve düşüncemi yoğunlaştırıyordu. Artık koltuğumda Tuna boylarını anlatan kitap, elimde Tuna Dalgalarını çalabildiğim mandolinimle, sanki kimsede olmayan hazinelerim vardı benim. Büyük bir keşifti bu. O kalın kitabı kısa sürede döne döne okumuştum. Haritayı arayıp Tuna boylarına uzun uzun baktığımı bile anımsıyorum. Dahası bu etkiyle yazarın "O Zamanlar" kitabını da okudum. Fırat’ı ve  Dicle’yi anlatan şiir sözlerini anımsıyorum. ‹ki ırmağın kimi yerde uzaklaşıp kimi yerde yakınlaşmasını bir aşk öyküsü gibi anlatarak "Dicle de aşık onun didarına" diyordu. O yaşlarda böylesi etkinleşmelerle dünya gittikçe güzelleşiyor, apaydınlık oluyor insanın gözünde, Işıl Özgentürk, Vedat Günyol için yazdığı ölüm yazısında çok yerinde bir saptamada bulunarak, sanatın "insanı daha güzel şeyler yapmak için ateşleyen bir güç" olduğunu söylüyor. 

Baştan da değindiğim gibi, Cumhuriyet kurulduğunda sağlam temelleri atılmış olan ve Köy Enstitülerinde daha da kapsamlı uygulanan sanat eğitimi ya da eğitimde sanatı kullanma anlayışının günümüz okullarında hafife alınmasının, bıktırıcı dersler olmasının ya da sanata yönelik etkinliklerin sadece bir ekibe havale edilmesinin bir çok nedeni var kuşkusuz. Bunlar arasında, ilk ve orta öğretimdeki ezberci eğitimin, koleje ve üniversiteye hazırlama denen yapay çalışmaların, yukarda sözü geçen bu dersleri ve ilgili etkinlikleri silip süpürdüğünü, önemsiz dersler konumuna geçirdiğini söylemek yanlış olmaz sanıyorum. Çocuklar için sanat eğitiminin gerekliliğini iyi bilen seçkin kesim, maddi olanaklarını kullanarak kendi çocuklarını bu etkinliklerden yararlandırmak için gerekli önlemler alıyorlar. Çoğunluğun, sadece okul eğitimi içinde kazanabileceği sanat ve kültürel çalışmaların nimetlerinden yararlanma olanağı ise gittikçe ortadan kalkıyor.

Oysa Tonguç, kültür ve sanat etkinliklerini seçkin kesimlerin tekelinden kurtarmayı tüm halka yaymayı amaçlamıştı. Bu da eğitim yoluyla, sanatı eğitimde kullanarak sağlanabilirdi. Köy Enstitüleri bunu başarma yolundaydı.

 

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.