Şubat 2004, Sayı:2 Üç Büyük İmececi Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat Prof. Dr. Şadan Gökovalı

Ben, bu üç büyük yazar ve çevirmenimizi aynı zamanda büyük imececiler olarak görüyorum.

Unutulmasın ki; onların başlattığı mavi yolculuk, başlı başına bir imecedir. Yemeği sırasıyla pişirir, bulaşığı imeceyle yıkarsınız. Pek öyle:

-Ben yemek pişirmesini bilmem, bulaşık yıkamayı sevmem, denilemez mavi yolculukta, 

Sulu yemeği iyi kotaramazsanız, ızgaraya göz kulak olur, salata malzemesini,  meyveyi yıkar, salatayı hazırlar, meyveleri kesip hazır edersiniz sofraya.

Başlangıçta Ali Kaptan’ın "Akdeniz" i başta olmak üzere, tüm teknelerle yapılan mavi yolculuklarda, tüm mavi yolculara imeceyi belleten bu üçlüdür.

Bu üçlü, imece yöntemiyle "NARTHEX" adlı bir dergi çıkarmak istiyordu. Halikarnas Balıkçısı’nın bulduğu bu ad, söylence bilimde ilk insanı yaratan Prometheus’un, güneşten ateşi çalıp insana armağan ederken kullandığı bitkinin adıdır. İlkçağda insanlar, Ocak Tanrıçası Hestia’nın tapınağından ateşi bu bitkinin kuru sapı içinde alıp evlerine taşırdı. Bu yüzden herkes bahçesinin, tarlasının bir köşesine narthex dikerdi. İşte bu nedenle bugün bile, antik kentlerin içinde, yanında narthex bitkisi görülür.

Balıkçı bu konuyu, Azra Erhat’a yazdığı  mektupta pek güzel anlatır:

"Merhaba, merhaba!

Narthex dergisi hakkında şimdi yazmak nasip oldu. Unutmuşsundur belki, sana mektubun birkaç cümlesini hatırlatayım:

Para kazanmayacağız bu dergiyle, türkü söyleyeceğiz…”

(Halikarnas Balıkçısı, Düşün Yazıları, İkinci Basım, Eylül 1982, s. 13 vd.)

Ben diyorum ki, dergide fanteziye, sezişlere de yer verelim. Akademi kızsın isterse. Goethe’nin bir sözü çok hoşuma gitti geçen gün: Bir şey ki bana ders vermekle kalır, iş gücümü, hayatımı ne arttırır, ne coşturur, tiksinirim ondan. Bence de bu sözden hareket ederek, tarih için tarih yapanları, aman objektif hakikati bulalım, diyenleri hadımağalarına benzetiyor. Onlarla tarihin bir araya gelmesinden hiç bir şey çıkmaz manasına.

şimdilik dergi diye bir "chateau en Espagne" yapacapız, yani bir hayat kurtaracağız. Böyle hayali dergiye  o senin mektubunu alalıdan beri, hayalen yazıp duruyorum. Bugün şöyle başıboş olarak, kağıt üzerinde doya doya gezeyim dedim. Seni benimle geziyor farz ediyorum. Zaten kağıt üzerinde  gezmeyip de hava üzerinde hayalen gezdiğim zamanlarda da seninle dolaşır, dertleşirim."

 

Halikarnas Balıkçısı:

Asıl adı Musa Cevat şakir (Kabaağaçlı) olan Halikarnas Balıkçısı, 17 Nisan (bu, Köy Enstitülerinin kuruluş günüdür) 1890 tarihinde, babası şakir Paşa’nın görevi dolayısıyla bulunduğu Girit’te doğdu. Robert Koleji, ilk mezunlarından biri olarak pekiyi dereceyle bitirdi. İngiltere’nin ünlü Oxford Üniversitesinde Son Çağlar tarihi okudu.

Türkiye’ye  döndükten sonra gazete ve dergilere çizgi romanlar, dergi kapakları, karikatürler çizdi; röportajlar, öyküler yazdı; çeviriler yaptı.

Başta Sabahattin Eyuboğlu ve Azra Erhat olmak üzere, hemen tüm  tanıdıklarıyla imeceleşti.

İlk romanı "Aganta Burina Burinata’yı yazarken, İzmir’in kıvrak kalemi Naci Sadullah (Danış) ile yardımlaştı. Suat Yurtkoru’nun "Büyük İskender’in Anadolu Savaşları", Azra Erhat’ın " Mavi Anadolu" ve "Mavi Yolculuk" kitaplarını resimledi, Fikret Adil’in " Mavi Deniz Beyaz Yollar" adlı kitabının yazımına ciddi boyutta katkıda bulundu.

Bu satırların yazarı ile, üniversite okumak için İzmir’e geldiği 1958 yılında tanıştı. Gökovalı, daha sağlığında Balıkçı’nın makale ve kitaplarını derlemeye, daktilo etmeye başladı. Öyle ki; dostlukları, Balıkçı’nın Gökovalı’yı "manevi evlat" seçmesine dek vardı:

"şadan Gökovalı’ya arkadaşım, oğlum desem azdır. Çünkü, mevcut insanlar arasında beni temadi ettirecek –daha doğrusu beni temadi ettirmeyi- en müsait insan odur. Ölsem ölüm bana galebe çalmamış olacak, Çünkü şadan var. Merhaba şadancığım. Kaç zamandır sana burada yazmak istedim, ama aklımdan geçen her fikri, duygularıma karşılık çok zayıf buldum. şimdi bile burada yazdıklarımdan çok ötedir. Selam sana şadan.”

Cevat ŞAKİR 

(Halikarnas Balıkçısı 18 Haziran 1973, İzmir)

Balıkçı, 13 Ekim 1973’te İzmir’de öldü ve Bodrum’da, Gökovalı ile birlikte seçtiği yere gömüldü.

Demek, ölümünün üstünden 31 yıl geçmiş. Gökovalı’nın hazırladığı "Bütün Eserleri"nin  sayısı 22’yi buldu. Ayrıca çocuk kitapları da var.

 

Sabahattin  EYUBOĞLU:

1908’de Trabzon’un ekmeği, köftesi ve eski evleriyle ünlü ilçesi Akçaabat’ta doğan Sabahattin (Sabo) Eyuboğlu, ortaöğretimini Trabzon Lisesinde, yükseköğrenimini Dijon, Lyon ve Paris üniversitelerinde tamamladı.

Kardeşi ressam-şair Bedri (Bedros) Rahmi’nin yetişmesinde katkıda bulundu, gelişmesine yardımcı oldu.

Halikarnas Balıkçısı’nın "Mavi Sürgün", Azra Erhat’ın "Mavi Anadolu" ve "Mavi Yolculuk" kitaplarının yazılmasını teşvik etti, bu kitapların adlarını koydu.

Başta Azra Erhat olmak üzere birçok arkadaşıyla, başta Fransızca ve antik Grekçe olmak üzere çeşitli dillerden, özellikle klasiklerden çeşitli çeviriler yaptı.

Türkiye’nin ilk belgeselleri olan "Kybele" ve "Nemrut" filmlerini arkadaşlarıyla  gerçekleştirdi. Balıkçı, vasiyeti sayılabilecek bu yazıyı, "Ege’den Denize Bırakılmış bir Çiçek" kitabının başına yazdı.

Köy Enstitülerinin kurulup gelişmesinde Hasan Ali  Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’la birlikte olağanüstü katkılarda bulundu. Köy Enstitüleri konusunda çok değerli bir de kitap yazdı.

Ben Sabahattin Eyuboğlu’nun İstanbul-Maçka’daki evinde düzenlediği "Mavi Yolculuk" konulu toplantılara katıldım. Onun önderliğinin yaptığı mavi yolculuklara katıldım. Her yolculuğa, başta fırıldak olmak üzere çeşitli oyuncaklar yapar, teknenin orasına burasına asardı. Yolculuk tam bir şölen olurdu.

Yine onun ve kardeşi Bedros Reis’in katıldığı mavi yolculuklarda Gökova Körfezindeki Kedrai (Sedir) adasına çimentodan balık anıtı yaptık, beton taze iken üstüne ellerimizi  bastık. Ayrıca, Göcek’teki koylardan birinde renkli taşlardan balık mozaiği  yaptık. Oraya "Bedri Rahmi Koyu denir oldu".

Bir gün oraya "Osman Ağa Suyu" levhasını asmışlar. Bunu gören gerçek mavi yolcu, uzun yol kaptanı Fatih Türküstün,  gecenin bir vakti tabancasını çekip  7-8 el ateş etmiş!

 

Azra ERHAT:

Azra Erhat (4 Haziran 1915- 6 Eylül 1982 İstanbul), ilk bayan mavi yolcumuz.

Kendisi ortaöğretimini Brüksel’de Emile Jacqmaine Lisesinde (1934), yükseköğrenimini Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde (1938) bitirdi. Bitirdiği Fakülte ve bölümde asistanlık ve doçentlik yaptı. Bir gün Ankara caddelerinde Nurullah Ataç ile karşılaştı. Ataç:

-Minik Serçe, dedi, klasikleri çevireceğiz.

Erhat:

- Ne güzel olur Ata Bey. Yayınlanmasını bekliyorum.

- Hayır Minik Serçe, sende katılacaksın çeviri imecesine.

- Nasıl olur Ata Bey, ben Türkçe bilmem ki!

- O nasıl söz Minik Serçe, insan anadilini bilmez olur mu?

Böylece Azra Ana da katıldı çeviri imecesine.

Siyasal iktidar tarafından üniversitedeki (dolayısıyla Tercüme Bürosundaki) görevine son verilince, İstanbul’a geçerek gazetecilik, en sonunda Uluslararası  Çalışma Örgütünde  kitaplık sorumlusu olarak görev yaptı.

Bu dönemde de, başta Sabahattin Eyuboğlu, öteki mavi yolcularca imece yöntemiyle çeviriler yaptıklarını, kitaplar yazdıklarını, önce "Ufuklar", sonra " Yeni Ufuklar" adıyla dergi çıkardıklarını görüyoruz. Bu çabalarda Türk Aydınlanma hareketinin öncülerinden Orhan Burian, Vedat Günyol ve Suat Yakup Baydur’un haklarını vermek gerekir.

Ben Azra Erhat’ı, İstanbul’dan mavi yolculuğa çıkmak üzere Bodrum’a geçerken Balıkçı’yı ziyareti sırasında gördüm ilk olarak."Mavi Anadolu’yu" okuduğumu söyleyince:

- Nasıl olur, dedi, "Biz ondan eş dost için çok az sayıda bastık."

Balıkçı, o ve ben, benim İnönü Caddesinde, Ekspres Apartmanındaki daireme gittik. Kütüphaneden söz konusu kitabı çektim. Üzerinde; "Seni bir kez daha sevdim Azra Ana" diye yazım vardı. O günden sonra ben hep ona " Azra Ana" dedim, o da bana "Oğlum" dedi. Zati vasiyetnamesi de bu doğrultudadır:

"Ben T.C. yurttaşı Azra Erhat. Anamdan babamdan çok şey aldım. Fakat mayam Atatürk’tür. Her birini canımdan çok sevdiğim Türk gençleri içinden şu üçünü kendime evlat seçtim: Cengiz Bektaş, şadan Gökovalı, Ayça Abakan. Ama onlara, başkaları gibi para pul, mal mülk değil, görev bırakıyorum: İyiyi, doğruyu, güzeli aramayı sürdürsünler."

Öleceğini biliyordu. Frederich Karl Dörner’in Nemrut kitabında 110 sayfa çevirmişti. Dileyen birine verdi. Başta ben olmak üzere yakınlarını yattığı Cerrah Paşa Hastanesine çağırdı. Gittim. Çiçekler içinde en güzel çiçekti. Bana:

- Güzel miyim oğul, diye sordu.

- Çok güzelsin ana, dedim. Öpüştük. Koklaştık.

Teşvikiye Ihlamur Yolu Ahmet Kara Apartmanındaki dairesinde, nesi var nesi yoksa herkesin payını ayırmış, eşyanın üstüne onu kime bıraktığını yazmıştı. Ayrıca bir koli rakı hazır etmişti.

Azra Ana’yı Zincirlikuyu Mezarlığına gömdükten sonra, Ahmet Kara Apartmanına dönerek, ölü kutlaması yaptık…

 

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.