Gazi Eğitim Enstitüsü (1926-80) Niyazi Altunya Yeniden İmece 4. sayı, Ağustos 2004

Giriş

 

Cumhuriyet eğitimimizin en önemli kurumlarından biri olan Gazi Eğitim Enstitüsü (GEE) 1926-27 öğretim yılında kuruldu, Eylül 1980’de kapatıldı. Tam adı “Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü” olan bu özgün ve önemli kurum, elli yılı aşkın bir süre hem eğitim sisteminin gereksinmesi olan öğretmen, müfettiş ve yöneticileri yetiştirdi, hem eğitimbilimsel bilgiyi üretti, hem de ulusal kültüre, güzel sanatların her alanına ve spora unutulmaz katkılar yaptı.

Neredeyse Türkiye Cumhmuriyeti ile yaşıt olan GEE, Anadolu toprağında kurulup gelişmiş çağdaş, devrimci bir kurumdu. Onun en önemli katkılarından biri de ülkenin en yoksul kesimlerindeki gençlere yükseköğrenim hakkını sağlamaktı. Bunun karşılığında da Cumhuriyet devrimine hizmet edecek nitelikli eğitim elemanını yetiştiriyordu. Tüm devrimciler gibi eğitimin ve öğretmenin gücüne inanan Atatürk, GEE’nin kendi adını taşımasından onur duymuş onu yakından izlemiş ve gelişimine destek olmuştur.

Çoktan tarihe karışan bu “yoksul üniversitesi”nin incelenmesi, sadece eğitim tarihimize değil, özlediğimiz nitelikli, yurtsever öğretmen ve eğitimcilerin yetiştirilmesine, bugün ve gelecekte gereksinme duyulan eğitim kurumlarının oluşturulmasına da ışık tutacaktır. Ben, GEE’nin eski öğrencisi, eski öğretmen ve yöneticisi olarak böyle bir ödevi üstlenmeyi boynuma borç saydım.

 

GEE’nin Kuruluş Amacı

 

GEE, başlangıçta bir “Orta Öğretmen Okulu” (Orta Muallim Mektebi) olarak tasarlanmışsa da giderek işlevi ve görev alanı genişlemiştir.

Cumhuriyet rejimi, oluşum sürecinde bir yandan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkararak ulusal eğitimi yeni bir sisteme oturtuyordu. 1913’ten beri “kesintisiz” altı yıl olan “ilköğretim” (tedrisat-ı iptidaiye) 1924’te beş yıllık “ilkokul”a dönüştürülürken, ilkokulla lise arasında üç yıllık “ortaokul” da oluşturuluyordu. Bu ortaokullara öğretmen yetiştiren bir kurum bulunmadığından yeni bir öğretmen okulu türüne gereksinme doğuyordu. Yeni kurulacak Orta Öğretmen Okulu öncelikle bu gereksinmeyi karşılayacaktı.

Atatürk’ün devrimci kadrosunun en önemli elemanlarından biri olan Mustafa Necati Bey, 1925 sonlarında Milli Eğitim Bakanı olunca eğitim sistemi ile ilgili yasayı hazırlattı ve bu çalışma TBMM’de 22 Mart 1926 günü 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun adıyla kabul edildi. Bu yasa, sisteme bazı yeni kurumlar eklemişti. Örneğin, beş yıllık ilkokul yanında, üç yıllık “Köy İlkokulu”, “Yatılı ve Pansiyonlu İlkokullar” ve öğretmen okulları bünyesinde “Uygulama Okulu” (Tatbikat Mektebi) kuruluyordu. Bu durumda öğretmen okullarının da yeniden düzenlenmesi gerekliydi. Söz konusu yasa 7. maddesiyle dört tür öğretmen okulu getirmekteydi: 1) İlköğretmen Okulu; 2) Köy Öğretmen Okulu; 3) Orta Öğretmen Okulu; 4) Yüksek Öğretmen Okulu. Mesleki ve Teknik Öğretmen Okulları sisteme 1930’larda eklenecekti.

Bu yasaya göre Orta Öğretmen Okulu’nun görevleri: 1) Ortaokul öğretmeni yetiştirmek; 2) İlköğretmen okulu öğretmeni yetiştirmek; 3) Köy öğretmen okulu öğretmeni yetiştirmek; 4) ilköğretim müfettişi yetiştirmek; 5) Öğretmen okulları bünyesinde açılan “uygulama okulları” (tatbikat mektepleri) için müdür yetiştirmekti (m.7).

Zamanla bu işlevlere yenileri de eklenecekti. Örneğin, 1943 yılında çıkarılan Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Terbiye Enstitüsü Talimatnamesi’ne göre GEE; orta okullarla orta dereceli teknik öğretim kurumlarına ve Köy Enstitülerine öğretmen, ilköğretim müfettişi, uygulama okulu müdürü yetiştirme ve eğitim - öğretim meseleleri üzerinde bilimsel araştırma ve incelemelerle yayınlar yapan bir yüksek öğretim kurumu idi (m.1).

GEE’nin işleri uygulamada daha da genişleyerek, tüm lise ve dengi okullara da öğretmen ve yönetici, milli eğitim müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın tüm kademelerine yönetici ve uzman yetiştiren önemli, etkili bir kurum durumuna gelmiştir. GEE ve daha sonra açılan diğer eğitim enstitüleri, 1980’lere kadar orta dereceli okulların tümüne resim-iş, müzik ve beden eğitimi öğretmenlerinin yetiştirildiği tek kurum idi. Yüksek Öğretmen Okulu mezunlarının çoğaldığı 1960’lı yılların sonuna kadar tüm branşlarda lise öğretmeni eksiği bu kurumlardan karşılandı. 1950’li yılların sonlarına kadar il milli eğitim müdürlerinin tümüne yakını da GEE mezunları idi.

 

Kuruluş ve Gelişim

 

Orta Muallim Mektebi [GEE]’nin kuruluş tarihi, bazı belgelerde (Örneğin, Türk Ansiklopedisi) “6 Mart 1926” olarak geçse de bu tarih doğru değildir. Okulun dayanağı olan 789 sayılı yasanın 22 Mart 1926’da çıkması, açılışın 6 Mart 1926’da olmayacağına bir kanıt olabilir. Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey, 17 Ağustos 1926 tarihinde yaptığı bir konuşmada Orta Muallim Mektebi’nin “açıldığından” değil, “açılacağından” söz etmektedir (Babalık, 18.8.1926). Okulun, “öğrenci alınacağını” belirten ilk ve geçici yönetmeliği 29 Kasım 1926’da çıktığına (Maarif Vekâleti Tebliğler Mecmuası, Sayı 12, 1927), ilk müdürü Ali Rıza Özkut 11 Aralık 1926’da atandığına (Unat, 1945) göre, Orta Muallim Mektebi’nin 6 Mart 1926 tarihinde açılmış olması mümkün gözükmemektedir. İlk geçici yönetmeliğe göre okulun süresi iki yıldır (m. 13) ve diploma kayıt defterinde ilk mezununu 2 Temmuz 1928’de vermiştir. (GEE Arşivi) Bu duruma göre ilk (1926-27) öğretim yılı, 1927 yaz aylarına sarkmış ya da kısa tutularak tamamlanmış olabilir. Konya’da çıkan 2 Mart 1927 tarihli Babalık gazetesi, Orta Muallim Mektebi’nin 1 Mart 1927 günü “derse başladığını” belirtiyor. Bu bilgi tarih açısından çok önemlidir; ancak “derse başlama” ile “açılma” tarihi farklı olabilir.

Yatılı bir eğitim kurumu olan Orta Muallim Mektebi, Konya’da, “Abdülhalim Çelebi Konağı” adını taşıyan, Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla boşalan bir binada sadece “Türkçe Bölümü” olarak açılmış, 1 Aralık 1927’de Ankara’ya nakledilmiştir. (Ersoy, 1966) Eğitimci Hüsnü Cırıtlı’ya göre bu okulun Konya’da açılmasının nedeni, Ankara’da elverişli bina bulunmaması olabilir. (Görüşme) Ancak, ilk yıl 16, ikinci yıl 45 öğrenci için Ankara’da bina bulunamaması akla pek uygun gelmiyor. Okul, Ankara’da binasızlıktan epeyce yer değiştirmiştir.

Orta Muallim Mektebi, Ankara’ya taşındıktan sonra gelişmiş ve genişlemiştir. İlk açıldığında tek bölümü (Türkçe) ve 16 erkek öğrencisi bulunuyordu. İkinci yıl, okula adını da katacak olan “Pedagoji [Eğitim] Bölümü” eklendi ve kız - erkek “karma” eğitime geçildi. Bölüm sayısı 1930-31 öğretim yılında 5’e, 1932-33 öğretim yılında 7’ye, 1937-38 öğretim yılında 8’e, 1943-44 öğretim yılında 10’a, arada iniş-çıkışlarla 1966-67 öğretim yılında da 11’e çıktı. (GEE program ve yönetmelikleri)

Orta Muallim Mektebi’nin açılışı gündeme geldiğinde adının ne olacağı da tartışılmaya başlandı. (Öymen, 1928, s. 247-248/Türk Yılı, 1928, s. 107) O yıllarda bu tür okulların adı örneğin Fransa’da “Orta Öğretmen Okulu”; Almanya’da “Pedagoji Akademisi”; ABD’de “Öğretmen Koleji”; Avusturya ve Sovyet Rusya’da “Pedagoji Enstitüsü” idi. (MVM, Sayı:5, 1925, Sayı 9, 1926/Taner, 1931, s. 173/Sirer-Tonguç, s. 153-184/Yücel, 1936, s. 149/Zaim, 1926) Bizim Orta Muallim Mektebi’nin adı “Pedagoji” bölümünün açılmasıyla yeni bir biçim almaya başladı. (Ayasbeyoğlu, 1950/Sarıca, 1966) 1928 yılı Bütçe Kanunu’nda resmen “Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” adı kullanıldı (MVM, Sayı 16, Mayıs 1928, s. 601). 1928 yılında okula müdür yardımcısı olarak atanan Vildan Aşir Savaşır’a göre “Enstitü” tamlaması kendisi ve öteki müdür yardımcısı Dr. Halil Fikret Kanad’ın yarattığı fiili durum sonucu başlıklı kâğıtlara eklenmiş, Bakanlık da buna ses çıkarmamıştır. Yeni binaya (bugün Gazi Üniversitesi Rektörlüğü) taşınınca, içinde “İlköğretmen Okulu”da bulunduğu için kurumun adı; “Gazi Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” (Gazi Muallim ... 1931), 1932-33 öğretim yılında, İlköğretmen Okulu’nun kapatılmasıyla “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstütüsü” oldu. Bundan sonra bütçe kanunlarında ve resmi yazışmalarda hep bu ad kullanıldı; 1935’ten sonra arı dile uyularak “Terbiye” sözcüğü “Eğitim” oldu. Ancak, 1946’da “Toplu Dersler Bölümü”nün açılmasıyla bu ad, 1947’de çıkarılan geçici yönetmelikle kısaltılarak “Gazi Eğitim Enstitüsü”ne dönüştürüldü. (TD, 3.3.1947/423)

GEE, 1928 yılında yeni bir düzenlemeye tâbi tutuldu. İlk yıllarda Enstitü, yetkin öğrenci bulamıyordu. Enstitüye rağbet eden sınırlı sayıdaki ilköğretmen okulu mezunları çok zayıftı. Bu nedenle bir “İhzari Sınıf” (Hazırlık Sınıfı) açılarak iki yıl “lise tamamlama” gibi bir uygulama yapıldı. (Gazi Muallim... 1931, s. 3)Enstitü, lise mezunlarına “sınavsız” olarak açıktı, ancak o yıllarda lise mezunu bulmak çok zordu, bulunanlar da öğretmeliğe ilgi göstermiyorlardı İlköğretmen okullarında yatılı öğrenim olanağı bulabilen yoksul ve dar gelirli öğrenciler İhzari Sınıfta esaslı bir eğitimden geçirilerek, yüksek kısmı rahatça yürütebilecek düzeye getiriliyordu. Bu uygulama, ilköğretmen okullarının 1931’de, ortaokullara dayalı üç yıllık bir süreye göre düzenlenip yetkin öğrenci bulunması üzerine 1934’te kaldırıldı. Artık bu tarihten sonra Enstitü, lise ve ilköğretmen okulu mezunlarını sınavla doğrudan ilgili bölümlere almaya başladı.

Burada kısaca bölümlerin açıldığı öğretim yıllarını vermekte yarar vardır.

• Türkçe Bölümü: 1926-27 (1 Mart 1927)

• Eğitim (önce “Pedagoji”) Bölümü: 1927-28

• Sosyal Bilgiler (önce “Tarih-Coğrafya”) Bölümü: 1930-31

• Matematik (önce “Riyaziye”) Bölümü: 1930-31

• Fen (önce “Fiziki ve Tabii ilimler) Bölümü: 1930-31

• Resim - İş Bölümü: 1932-33

• Beden Eğitimi Bölümü: 1932-33

• Müzik Bölümü: 1937-38 (1924’te Ankara’da açılan Musiki Muallim Mektebi’nin dönüştürülmesiyle.)

• Fransızca Bölümü: 1941-42

• İngilizce Bölümü: 1944-45

• Toplu Dersler Bölümü: (Türkçe, Tarih-Coğrafya, Matematik, Fen bölümleri kapatılarak onların tümünün yerine) 1946-47

• Almanca Bölümü: 1947-48

• Özel Eğitim Bölümü: 1952-53

1946 yılında kurulan Toplu Dersler Bölümü, sekiz yıllık ilköğretime; Resim-İş, Müzik, Beden Eğitimi ve Yabancı Diller dışında tüm branşların tek tip öğretmenini yetiştirmeyi amaçlıyordu. (Geçici Yönetmelik: m. 3/a; TD: 3.3.1947/423) Almanya’dan örnek alınan bu model, zamanla ilk ve orta öğretmen okulunun yerine geçecekti. Ancak, bu yaklaşım tutmadı; 1948-49 öğretim yılında Toplu Dersler bölümü; “Edebiyat” (Türkçe ve Sosyal Bilgilerin işlevleri birlikte) ve “Fen” (Matematik ve Fen bölümü işlevleri birlikte) branşlarına ayrıldı. 1966-67 öğretim yılında da Edebiyat Bölümü “Türkçe” ve “Sosyal Bilgiler”; Fen Bölümü de “Matematik” ve “Fen” bölümlerine ayrıldı. 1967-68 öğretim yılında tüm bölümlerin süresi 3 yılda denkleştirildi. (TD: 1968/1505-1512)

Engellilerin eğitimi için gerekli elamanları yetiştirmek amacıyla 1952-53 öğretim yılında, merhum Mitat Enç [Doç. Dr.]’in çaba ve özverileriyle kurulan Özel Eğitim Bölümü, MEB bürokrasisindeki anlayışsızlığı sonucu 1955 öğretim yılında kapatıldı. (TTK Kararı: 14.5.1952/52 / Enç, 1983, s. 252)

1949 yılında Beden Eğitimi Bölümü, “Yüksek Beden Eğitimi Enstitüsü” adıyla GEE’den ayrıldıysa da 1952 yılında yine GEE’ne eski statüsüyle geri döndü. (Yücel, 1959, s. 337-338)

 

GEE’nin Esin Kaynakları

 

Hemen belirtelim ki, GEE modeli; Cumhuriyet devriminin ilkeleri ile eğitim sisteminin somut gereksinmeleri, çağdaş eğitimbilimin verileri ve Türkiye’nin kendi eğitimbilimsel birikimi arasında yetkin eğitimcilerimizin yaptığı başarılı, özgün bir sentezdir.

Kurtuluş Savaşı’nın ardından oluşan “Ulusal Devlet”in eğitimi de doğal olarak “Ulusal Eğitim” olacaktı. Atatürk, ulusal eğitimin haberini, 1921 Temmuz’unda toplanan “Maarif Kongresi”nde açıkça vermiştir. “Tevhid-i Tedrisat” ilkesinin temelinde, eğitimin ulusal, laik ve bilimsel devlet tekelini/birliğini kurma vardı. Bu anlayış, kozmopolit Osmanlı eğitim sistemi yerine, ulusal eğitim sistemini getiriyordu. Ulusal eğitim kurumlarının, imparatorluk ruhunun yaşadığı İstanbul’da değil, Anadolu’da, onun merkezi Başkent Ankara’da kurulması ya da İstanbul’dakilerin Ankara’ya, Cumhuriyet iklimine taşınması gerekiyordu.

İstanbul’da her türlü altyapı, kadro ve maddi olanaklar, zengin bir kültürel ortam varken, yeni eğitim kurumlarının Ankara’da açılması çok bilinçli bir tercihti. Bu tercihin gereği olarak; İstanbul’daki Darülelhan (Konservatuvar)’a karşılık 1924’te Ankara’da Anadolu bozkırında Musiki Muallim Mektebi açılıp geleceğin Konservatuvar’nın ve Orkestra’nın da yolu açıldı. İstanbul’da bir Hukuk Fakültesi varken, Ankara’da 1925’te Hukuk Mektebi açıldı; çünkü “devrimin hukukçusu” devrimcilerin gözetiminde yetişmeliydi. İstanbul’da öğretmen okulunun her çeşidi varken, GEE Konya’da açıldı; Ankara’ya taşındı. Halkalı Ziraat Mektebi kapatılıp Ankara’da 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne karşılık 1935’te Ankara’da DTCF açıldı. Harbiye ve Mülkiye, Ankara’ya taşındı. Cumhuriyet ideolojisinin kültürel köklerini besleyecek olan Dil ve Tarih Kurumları aynı dönemde Ankara’da kuruldu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da bulunan eğitimcilerimiz de Ankara’ya taşındı. Bakan Mustafa Necati Bey, kadrosunu bu eğitimcilerden oluşturdu. Örneğin, savaş yıllarında Ankara’ya gelen eğitimci Nafi Atuf Kansu müsteşarlığa; daha sonra Heyet-i İlmiye toplantılarında başarılı çalışmaları izlenen Mehmet Emin Erişirgil yeni kurulan Talim ve Terbiye Kurulu’nun başkanlığına; İhsan Sungu, Avni Başman, İ. Alaaddin Görsa, Ali Haydar Taner vb. bu kurulun üyeliklerine; I. Hakkı Baltacıoğlu önce İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne, 1929 da GEE müdürlüğüne (MEB müsteşarlığını kabul etmedi); Rüşdü Uzel Yükseköğretim Genel Müdürlüğüne (sonra Mesleki ve Teknik Öğretim Müsteşarı), birçok eğitimci MEB Teftiş Kuruluna, Maarif Eminliklerine (bölge eğitim yöneticilikleri) ve değişik önemli yöneticilik ve uzmanlıklara atandılar. İstanbul’dan gelen eğitimcilerimiz, II. Meşrutiyet döneminde biriken eğitimbilimsel deneyimi Ankara’ya taşıdılar. Başarılı öğretmen yetiştirme deneyimi ve eğitimbilimsel düşüncenin ortamı olması bakımından çok önemli bir kurum olan İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nda görev yapan bu eğitimcilerden birçoğu, GEE’de de uzun ya da kısa süreli görevler üstlendiler. Bu eğitimcilerin çoğu uygar dünyada gelişen çağdaş eğitim bilimlerini de iyi izliyorlardı.

MEB, GEE kurulmadan önce ve kurulduğu sırada başka ülkelerdeki öğretmen yetiştirme modellerini ve eğitimbilim kuruluşlarını inceletti. İncelenen yabancı eğitim kurumlarından, GEE’nin gelişiminde etkili olduğunu sandığım birkaçına değinmekte yarar görüyorum.

1925-27 yılları arasında Cenevre’de görev yapan öğrenci müfettişi Kemal Zaim Sunel (1927’de Yükseköğretim Genel Müdürü ve kısa süre sonra Müsteşar oldu) Bakanlığın isteği üzerine Fransa Saint Cloud Orta Öğretmen Okulu’nu tanıtan kapsamlı bir rapor verdi. (Maarif Vekâleti Mecmuası: Sayı:6, Mart 1926, s. 1-12) GEE’nin ilk kuruluşu önemli ölçüde bu raporda tanıtılan Fransız modeline göredir. Yine aynı yıllarda, tedavi amacıyla Viyana’ya giden Hıfzırrahman Raşit Öymen, yayınladığı “Mektepçiliğin Kâbesinde” (1926) adlı kitabında yeni kurulan (1925) Viyana Yüksek Pedagoji Enstitüsü’nü tanıtmakta ve bu kurumun bir benzerinin bizde de kurulmasını dilemektedir. 1926 yılı içinde Müsteşar Nafi Atuf Kansu ile Teftiş Kurulu Başkanı Rıdvan Nafiz Edgüer (sonra müsteşar) iki ay boyunca inceledikleri “Rusya Maarifi Hakkında” verdikleri 45 sayfalık bir raporda, orada yeni biçimlenen Pedagoji Enstitüsü ile Pedaloji [Eğitimbilim] Enstitüsü’ne genişçe bir yer ayırmışlardır. (Maarif Vekâleti Mecmuası: Sayı 9, Eylül 1926) Buna benzer raporlar epeyce vardır. Örneğin, Müfettiş Ahmet Hilmi Yolaç (sonra GEE müdürü) “Bulgaristan Maarifi” (Aynı mecmua, Sayı 5, 1925); A. Fuat Baymur, “Avusturya’da Maarif İnkılabı” (Terbiye Mecmuası: Sayı 24-25, 27, 29, 32-33, 35, 1930-31), Ali Haydar Taner, “Bulgaristan Maarifi” (1931); İ. Hakkı Tonguç ve Reşat fiemsettin Sirer, “Almanya Maarifi” (1934); Hasan-Âli Yücel, “Fransa’da Kültür İşleri” (1930-31/1936) adlı makale ve kitaplarında başka ülkelerdeki  öğretmen yetiştirme modellerini incelemektedirler. Yücel, 1932 yılında GEE müdürü olunca, Enstitüyü Fransız modelinden esinlenerek yeniden düzenlemiştir.

1924 yılında Türkiye’ye çağrılan ABD’li ünlü düşünür John Dewey’nin GEE’nin kuruluşunda etkili olduğu değişik kaynaklarda sık sık söylense de bunun doğru olmadığı kanısındayım. Ancak, II. Meşrutiyet yıllarında GEE’nin kuruluşunda etkili olduğunu belirttiğimiz Fransa Saint Cloud Orta Öğretmen Okulu’nda, öğrenim gören Sadrettin Celal Antel’in, “Maarif Teşkilatı Hakkında Bir Layiha” adını taşıyan 112 sayfalık uzun raporunun birçok konuda olduğu gibi, GEE’nin biçimlenmesinde etkili olduğunu sanıyorum. (Maarif Vekâleti Mecmuası: Sayı 7, Mayıs 1926, s. 135-246) Antel raporunda değişik türde öğretmen okullarıyla birlikte, eğitimbilimle uğraşacak bir Yüksek Eğitim Enstitüsü [Yüksek Terbiye Enstitüsü] kurulmasını önermiştir. (Antel, bu idealini 1936’da İstanbul Üniversitesi’nde kurulan Pedagoji Enstitüsü’nde gerçekleştirmek isterse de bu konuda yalnız ve desteksiz kalır.)

GEE Eğitim Bölümü’nün kurulmasında ve kuruma “Enstitü” adının eklenmesinde, Almanya’da “eğitim doktorası” yapıp 1917’de Türkiye’ye dönen ve 1922-26 yıllarında Bakû’da Pedagoji ve Pedagoji Tarihi doçentliği yaptıktan sonra, Azerbaycan’ın Sovyetlere katılmasıyla yeniden Türkiye’ye dönen ve Konya’da açılan Orta Muallim Mektebi’nin öğretmenliğine atanan Dr. Halil Fikret Kanad’ın da etkili olduğu kuşkusuzdur. Kanad, Almanya’daki Pedagoji Akademileri ile Sovyet Rusya’da oluşan Pedagoji ve Pedaloji Enstitüleri’ni de yakından tanımış olmalıdır.

GEE kuruluş ve gelişiminde değişik esin kaynakları etkili olsa da o, Türk eğitimcilerinin oluşturduğu özgün bir modeldir.

 

GEE’nin Yeri, Yerleşimi ve Binası

 

Orta Muallim Mektebi, Ankara’ya taşınınca, önce bugün Opera’nın karşısında bulunan ve o zaman MEB binası olan şimdiki  Kültür Bakanlığı binasında ve Merkez Bankasının yerindeki eski bir binada kalmış, 1929 sonlarında da yeni yapılan “Anabina”ya [şimdi GÜ Rektörlüğü] taşınmıştır. Sanıldığının ve birçok belgede verilen bilgilerin aksine GEE Anabinası, Orta Muallim Mektebi [GEE] için yapılmış değildir. Ankara Erkek İlköğretmen Okulu için yapılan ve Atatürk’ün sanı verilen binaya (MVM, Sayı:14, 1927), kendine ait binası bulunmayan GEE de taşınmış, 1932’de İlköğretmen Okulu kapatılınca bu bina ve onun adı GEE’ye kalmıştır.

Okulun yeri, sembolik bir fiata Atatürk Orman Çiftliği’nden satın alınmıştır. Burası, o zamanki Ankara’nın dışında, 360.000 metrekarelik geniş bir arazi idi. (GEE Arşivi) Çevresinde Devlet Demir Yolları, Atatürk Orman Çiftliği, Teyyare Meydanı gibi kuruluşlar bulunmaktaydı. Daha sonra bir kısım arsası başka kurumlara verilmiştir.

Başlangıçta Erkek İlköğretmen Okulu için planlanan binanın yapımı, MEB bütçesinin 6-11 milyon lira arasında değiştiği o yıllarda (1927-29) 1.352.000 liraya, donatımı ile birlikte 1.746.733 liraya mal olmuştur. (GEE Resim-İş Bölümü Arşivi’nde bulunan 1932’ye ait bir rapor) 1932’de bitirilen Beden Eğitimi tesisleri için 100 bin, 1937’de yapılan eski Müzik Bölümü Binası (Zuckmayer Binası olarak anılır) için 22 bin, çevre düzeni vb. için de 19 bin liralık ek masraf yapılmıştır. Bina, ithal edilen en modern araçlarla donatılmıştır. Laboratuvar için harcanan 50 bin, ders aletleri için harcanan 35 bin lira da eklendiğinde harcanan para miktarı 1.774.653 liraya ulaşmıştır ki, bu o güne göre çok büyük rakamdır. (Birinci Maarif fiûrası, [1939] 1942, s. 581)

Bina için bu kadar büyük miktarda para nasıl sağlanmıştır? Bakan Mustafa Necati Bey, İmparatorluk döneminde illere yayılmış bakımsız ve donanımsız ilköğretmen okullarını belirli merkezlerde toplayıp modern bina ve donanımlara kavuşturmak istiyordu. Bu amaçla çıkarttığı 20 Nisan 1926 tarih ve 819 sayılı Muallim Mekteplerine Muavenet Hakkında Kanun ve 843 sayılı “Ek” kanunla her il özel idare gelirinin yüzde 10’unu “öğretmen okulu payı” olarak bir fonda topladı. Bu paralarla 15 ilde “Bölge Öğretmen Okulu” açılacaktı. Necati Bey, göreve geldiğinde “Bakanlık Binası” olarak aldığı Ankara Erkek İlköğretmen Okulu’na “örnek bir bina” yaptıracağına söz vermişti. (Unat, İlk Öğretim, Sayı:399, 1956) İşte sonradan GEE Binası olarak bilinen görkemli tarihi Anabina bu “yüzde 10’lar”la yapılan ilk binadır.

Tarihi Anabina’nın temeli, Bakan Mustafa Necati Bey tarafından, bazı başka bakanlar, Türk ve yabancı devlet adamlarının katılımıyla, görkemli bir törenle 8 Ağustos 1927 günü atılmış, yapımı 1929 sonlarında, yani oldukça kısa bir sürede tamamlanmıştır. Ünlü mimar Kemalettin Bey’in tasarımına göre yapılan bina, Anadolu’da yaşamış ve yaşamakta olan Grek ve Türk-İslam mimarisi ile modern Batı mimarlığının bir sentezidir. Örneğin, sütunlar Grek, kemerler Türk-İslam, iç donanım ise, çağdaş uygarlığı simgeler. Numaralı 130 oda, derslik, atelye, laboratuvar, anfi ve bölümlerden oluşan dört katlı bina, estetik güzelliği kadar, modern Cummhuriyet eğitiminin laboratuvarı olmaya da elverişliydi. 500 “yatılı öğrenci” için yapılan bina, iyi donatılmış 1000 kişilik bir konferans salonuna sahipti. Üstteki kubbe, “Hava Gözlemevi” olarak düşünülmüştü.

Bazı kaynaklara göre (örneğin, Türk Ansiklopedisi) binanın, proje sahibi Mimar Kemalettin Bey’in nezaretinde yapıldığı belirtilse de bu bilgi yanlıştır. Çünkü, Kemalettin Bey, 13 Temmuz 1927 günü, yani temelin atılışından 25 gün önce beyin kanamasından ölmüştür (Hayat Mecmuası, Sayı:34, 1927). Temel atma töreninde bir konuşma yapan MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Emin Erişirgil, Kemalettin Bey için, “merhumun namını burada hürmetle yadetmek... bize düşen bir borçtur.” diyerek buna açıklık getirmektedir. (Maarif Vekâleti Mecmuası, Sayı:14, 1927).

Enstitünün adına “Gazi” sözcüğünün eklenmesi de bu binanın yapılışı ile ilgilidir. Bakan M. Necati Bey, temelin atıldığı gün (8 Ağustos 1927) Atatürk’e bir telgraf çekerek “Gazi” unvanının, Ankara Erkek İlköğretmen Okulu’na verildiğini bildirmiş, Atatürk de bu jestten memnun olmuştur. (Palazoğlu, C.I, 1991, s. 397-398) İşte, Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü “Gazi” unvanını bu binaya taşınınca, onun asıl sahibi olan Ankara Gazi Erkek İlköğretmen Okulu’ndan almıştır. Zavallı  Gazi Erkek İlköğretmen Okulu, 1932 yılında binadan çıkarılıp dağıtılmış, onun yerine, evlerini İstanbul’dan Ankara’ya taşımak istemeyen devlet adamlarının çocukları için, Galatasaray Lisesi benzeri, ”İngilizce” eğitim yapan “paralı yatılı” Gazi Lisesi açılmıştır. Çocuklarını İstanbul’da okutmak isteyen zenginlerin ilgisini çekemeyen bu lise tutunamamıştır. Gazi Lisesi, 1936 yılında normal bir liseye dönüştürülerek binadan çıkarılmış, onun yerinde, sayıları hızla artan ortaokullara kısa sürede öğretmen yetiştirmek üzere “yoğun” öğretim yapan “Ortaokul Öğretmenliği Kursu” (B Seksiyonu) açılmıştır. Bu kurslar da 1939’da sona ermiş, bina tümden GEE’ye kalmıştır. Biraz önce değinildiği gibi, Beden Eğitimi ve Müzik bölümleri için amaçlarına uygun ek binalar yapılmıştır (1932, 1937). Enstitü arazisinin bitişiğinde yapımına başlanıp 1948’de tamamlanan “Yüksek Beden Eğitimi Enstitüsü” binası, amacına uygun kullanılmadığından, 1952’de Körler Okulu’na verilmiştir. Müzik Bölümü için 1965’te yeni bir bina yapılmıştır. 1960’tan sonra yapılan Yabancı Dil Bölümleri binaları, kızlar yatakhanesi ve kafeteryalar, tarihi binanın yanında birer çirkinlik örneği oluşturmuşlardır. Enstinünün civarında yapılan yurtlar ise, tarihi binanın görünmesini engellemiştir.

Anabina, yapıldığı yıllarda çölde unutulmuş bir “şato” görünümünde idi. Bu modern binada su ve çevresinde bitkiden eser yoktu. 1931 başlarında Enstitü’ye uğrayan Atatürk, bu manzarayı görünce yöneticilere sitem etmiş, Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’e (Sagay) Enstitüye çevre düzeni için “ek ödenek” vermesi için talimat vermiştir. (Cevat Memduh Altar’dan aldığım 12.6.1985 tarihli mektup) Ancak, bu da sorunu çözmemiştir. O günlerde Enstitü’ye tarım ve botanik öğretmeni olarak atanan Zihni Derin (daha sonra ülkeye çaycılığı getirip Rize’ye heykeli dikilen), Enstitü arazisinde “arteziyen kuyusu” yöntemiyle güçlü su kaynaklarına ulaşmış, o yılların öğrencilerinden Hürrem Arman’ın (Pramidin Tabanı, 1969) ve Hüsnü Cırıtlı’nın anlattığına göre (1984’te Görüşme) Zihni Derin, havalara fışkıran bol su ile Ensitütü’de onbinlerce ağaç yetiştirmiştir. 1982’de kurulan Gazi Üniversitesi için yapılan çirkin binalara yer açmak için kesile kesile tüketilen ağaçlar, kimilerinin fideleri yurtdışından getirtilen bugün kökü kurutulan çiçekler, Enstitünün resim öğretmenlerinden Malik Aksel’in anlattığına göre Zihni Derin ve bahçıvan Arnavut Mustafa Efendi’nin eseri idi. (Aksel, 1977, s. 341)

 

GEE’nin Marşı ve Amblemi

 

Bugün öğretmenlerin gurur ve coşkuyla söylediği; “Alnımızda bilgilerden bir çelenek” dizesiyle başlayan “Öğretmen Marşı” önce “Gazi Eğitim Enstütüsü Marşı” olarak yazılıp bestelenmiştir. Marşın söz yazarı GEE’nin edebiyat öğretmeni İsmail Hikmet Ertaylan [Ord. Prof.], bestecisi de yine Enstitünün müzik öğretmenlerinden Cevat Memduh Altar’dır. Merhum Altar, bana yazdığı 12.6.1985 tarihli mektubunda bu bilgiyi doğrulayarak; “Gazi Eğitim Enstitüsü Marşı benimdir. Zannedersem 1929 ya da 1930 yılında yazılmıştır... Marş, heyecanlı bir sohbet ânında düşünüldü ve bir-iki gün içinde nasılsa meydana geliverdi. Bu derece tutmuş olması beni çok mutlu kılıyor. Marş üzerinde konuşulurken, rahmetli Ord. Prof. İsmail Hikmet Ertaylan Hocamız da orada idi, güfte işini hemen istekle üzerine aldı ve ertesi gün güfte hazırdı.” demiştir.

GEE’nin mavi-lacivert ve beş köşeli yıldızlı amblemine gelince: Resim-İş Bölümü’nün bazı öğretmen ve mezunlarına göre bu amblemi, Resim-İş Bölümü’nün ilk grafik öğretmenlerinden fiinasi Barutçu yapmıştır. Amblemin ilhamını da Atatürk vermiştir. Ancak bu konuda elde bir belge yoktur. Örneğin, Enstitünün, 1928’de atanan öğretmen ve müdür yardımcılarından Vildan Âşir Savaşır’a göre amblem, kendisinin önerisi üzerine, 1929’da Enstitününün ve İlköğretmen Okulu’nun Resim ve Elişleri öğretmenliğine atanan Necdet Pençe tarafından yapılmış olup amblemdeki yıldızın beş ucu da o zamanki beş bölümü (Pedagoji, Türkçe, Tarih-Coğrafya, Fen, Matematik) simgelemektedir. Eğer yıldızın beş ucu, GEE’nin beş bölümünü simgeliyorsa, amblemi fiinasi Barutçu yapmış olamaz. Çünkü, fiinasi Barutçu 1932’de, yeni kurulan Resim-İş Bölümü’ne öğretmen olarak atanmıştır, Resim-İş Bölümü’nün açılmasıyla Enstitünün bölüm sayısı 6’ya, aynı yıl Beden Eğitimi Bölümü’nün açılmasıyla da 7’ye çıkmıştır. Bu durumda amblemi Necdet Pençe’nin yapmış olması olasılığı daha güçlüdür. Ancak, Enstitünün 1928-32 yılları öğrencisi 1939-61 yılları arası öğretmen Hüsnü Cırıtlı’ya göre amblem, bir ekip çalışması ürünü olmalıdır; bu da Resim-İş Bölümü öğretmenlerinden oluşmuştur. (18.01.2003’te yapılan görüşme)

 

GEE Öğrencileri

 

GEE’ye ruhunu veren en önemli unsurlardan biri, onun öğrencisidir. Başlangıçta lise mezunlarının tenezzül etmediği GEE’nin tek öğrenci kaynağı kız ve erkek ilköğretmen okulları idi. Bu öğrenciler dargelirli, yoksul ya da kimsesiz (savaş yetimi) gençlerdi. 1928-34 arasında varlığını sürdüren İhzari Sınıfta (Hazırlık Sınıfı) verilen telafi eğitimi sayesinde bu öğrenciler, o yıllarda yeni konulan “lise olgunluk” sınavında, lise mezunlarını sollamışlardır. Enstitüye, zamanla lise mezunları da gelmeye başlamıştır.

GEE’nin öğrenci kaynağı, Köy Enstitüsü mezunlarını kabul edildiği 1946 sonrasında daha da gürleşti ve güçlendi. Bu dönem, GEE’nin iyiden iyiye yoksul/yetenekli çocuklara kapı açtığı bir dönemdir. Yoksul gençlerin Enstitü’ye akın ettiği süreç, yatılılığın kaldırıldığı 1973’e kadar sürmüş, ondan sonra giriş başarı grafiğinde ciddi bir düşüş gözlenmiştir. (Tekin, 1973) Köy Enstitüsü mezunlarının GEE’ye yönelişi, köy çocuklarına, öğretmenlikte olduğu kadar temel ve sosyal bilimler, güzel sanatlar, edebiyat vb. alanlarda yazarlık, sanatçılık, akademisyenlik kapısını da aralamıştır. Böylece GEE, büsbütün bir “Yoksul Üniversitesi” işlevi görmeye başlamıştır.

GEE’ye, önceleri bölüm özelliklerine göre bilgi ya da yetenek sınavı ile öğrenci alınırken, 1950’den sonra yarışma ve alan (branş) sınavları, giderek testli eleme sınavından sonra alan sınavı yapılmaya yönelinmiştir. Resim-İş Bölümü, kuruluşundan başlayarak 1970’lere kadar bölüme girecek aday öğrencilerden resim, iş ve bir sanat incelemesi (travay) istiyerek ilk elemeyi gerçekleştirip ondan sonra giriş sınavı yapıyordu. Yine 1970’lere kadar eleme sınavında tüm bölümlere gireceklerde genel kültür birikimine önem veriliyordu. Çünkü, özel yeteneği ne olursa olsun her öğretmen adayının dili kullanmada ve genel kültürde yetkin olması bekleniyordu. Resim-iş, Müzik, Beden Eğitimi bölümleri, kuruluşlarından başlayarak “giriş yetenek sınavı” yönetimini sürdürürken, öteki bölümler 1974’ten sonra üniversite giriş sınavı (test) sonuçlarıyla yetinmiştir.

Tüm bölümlere girenlerden sağlık raporu, yatılı ise yüklenme senedi alınıyordu. Yatılılığın karşılığı, okunan sürenin birbuçuk katı “zorunlu hizmet”ti. Başlangıç yıllarında tüm öğrencilerin 25; sonraları Beden Eğitimi Bölümü’ne girenlerin 25, diğer bölümlere girenlerin 30 yaşını geçmemesi bir koşuldu. (GEE yönetmelikleri) Yatılı kız öğrenciler evli olamazlardı. Yatılı/evli erkeklerin Enstitüde eşleriyle kalma olanağı yoktu.

Burada Resim-İş ve Müzik bölümlerinin öğrenci kaynağına ilişkin özel bir noktaya daha değinmek gerekir. Müzik Bölümü, 1937’ye kadar Musiki Muallim Mektebi adıyla ayrı bir okuldu. Ortaöğretime öğretmen yetiştirdiği halde “İlköğretmen Okulu” statüsünde olan bu okul, öğrencilerini ilkokuldan (genellikle öksüz yurtlarından) alıyor, onlara önceleri 5, 1931’den sonra 6 yıl eğitim veriyordu. Bu okul 1937’de GEE’de bir “bölüm” haline gelince, ortaöğretimde yeterince müzik eğitimi görmemiş 18-30 yaşlarındaki gençleri almaya başladı. İlerlemiş yaştaki bu gençlere 3 yılda müzik eğitimi vermek zordu. Bu eksikliği gidermek üzere 1947’den sonra İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu’nda “Seminer” adıyla bir uygulama başlatıldı. Ağırlıklı müzik dersi verilen Seminer, ilköğretmen okulunun ortaokul kısmını bitiren, müziğe yetenekli öğrencileri seçerek aldığı için, GEE Müzik Bölümü’ne artık oldukça iyi yetişmiş öğrenciler bulunabiliyordu. Zaman zaman kesintiye uğrayan bu uygulama daha sonra Resim-İş alanı için de yapıldı. (MEB, Öğretmen Okulu Programı, 1953) Seminer mezunları da seminerden geçmeyenler gibi bu bölümlere sınavla giriyorlardı. 1960’dan sonra “Müzik Semineri” Ankara İlköğretmen Okulu’nda da açıldı. Benzer bir uygulamayı Hasan-Âli Yücel, bakan iken (1940’lı yıllar) “Yabancı Dil” için de başlattı, ancak ondan sonra sürmedi (Kendisiyle 1984 yılında görüştüğümüz merhum Tahsin Saraç, Adana Erkek İlköğretmen Okulu’nda açılan böyle bir bölümde okumuştu). Bugünkü “Güzel Sanatlar Lisesi” uygulaması, Resim ve Müzik seminerlerine benzemektedir.

 

GEE Yönetici ve Öğretmenleri

 

GEE’nin ilk öğretmenleri, ya II. Meşrutiyet dönemi İstanbul öğretmen okulları ile üniversitede kendini yetiştirmiş deneyimli ve yetkin öğretmenlerdi ya da yurtdışında öğrenim görmüş gençlerdi. Gerektiğinde yabancı uzman/öğretmen de çağrılıyordu.

Enstitüyü Konya’da açan ilk müdür Ali Rıza Özkut, bu göreve MEB müfettişliğinden getirilmişti. Özkut, daha sonra ilköğretim genel müdürlüğü, İzmir ve Konya milli eğitim müdürlüğü yaptı. GEE’de 1980’e kadar görev yapan 46 müdür arasında, Avni Başman, İhsan Sungu, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Faik Sabri Duran, Hasan-Ali Yücel, Halit Ziya Kalkancı, İ. Hakkı Tonguç, M. Nihat Özön, Reşat Tardu, Fuat Baymur, Vedide Baha Pars, H. Hüsnü Cırıtlı, Kemal Demiray, Nuri Ersoy, Cemal Alpman, Mustafa Ölçün, Naciye Öncül, İhsan Öğüş gibi iyi yetişmiş, alanında isim yapmış ya da başka önemli görevler üstlenmiş önemli kişiler vardı.

Öğretmenlere gelince: Enstitüye kimi zaman doğrudan Bakanlık tercihi ile kimi zaman asistanlıkla, kimi zaman da bölüm öğretmenler kurullarının seçimi, müdürün önerisi ile öğretmen atanmıştır. 1930’ların başında atananlar arasında yurtdışında öğrenim görüp gelen gençlerden, daha sonra değişik alanlarda isim yapan  Muzaffer fierif Başoğlu, Sara Akdik, Ali Fuat Başgil, Sadi Irmak, Suut Kemal Yetkin, Hüseyin Namık Orkun, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabri Esat Siyavuşgil gibi kişiler vardı. Bunların çoğu, 1933 Üniversite Reformu ile Enstitü’den ayrıldılar. Ancak Enstitü, yine yurtdışında öğrenim görüp üniversitede kendine yer bulamayan, hatta üniversiteden ayrılıp gelen ya da kendini yetiştirmiş deneyimli öğretmenlerden uzun zaman yararlandı.

 

GEE’de Öğretim

 

Önce değinildiği gibi GEE hem Türk Devriminin eğitimini yapma, hem de çağdaş eğitimi ülkede kökleştirme misyonu yüklenmişti. Onun için, topluma devrim ilkelerini ve çağdaş eğitimi benimsetecek olan öğretmen, müfettiş ve yönetici adaylarının Enstitüdeki eğitsel yaşamlarının sağlıklı, bilimsel ve demokratik bir ortamda geçmesine özen gösterildi. Enstitü, zaman zaman tutucu müdürlerin yönetimine verilse de genel olarak çağdaş bir eğitim uygulamasına sahne oldu.

Enstitü, çok kısa olan eğitim süresini, yatılılık ve öğrencisini sıkı çalıştırma ile en verimli bir biçimde kullanıyordu. Örneğin, kütüphane gece yarısına kadar açıktı. Müzik Bölümü Başkanı Zuckmayer öğlenleri bölüm kapısını kilitleyerek öğrencilerini bu kısa sürede bile çalıştırıyordu. Fen laboratuvarları ve resim atelyeleri gece de açıktı. Özellikle, Fen, Beden Eğitimi, Müzik, Resim ve Yabancı Dil bölümlerinde asistanlarla Enstitüde barınan bekâr öğretmenler her zaman öğrencilere yardım için hazırdı.

GEE’de öğretim süresi; ilk yıllarda (1928-34) 2 yıl hazırlık, 1.5-2 yıl yüksek kısım olmak üzere 3.5-4 yıldı. Resim-İş ve Müzik bölümleri hep 3’er yıl olurken, Beden Eğitimi Bölümü 2-3 yıl arasında dalgalandı.Yabancı Dil Bölümlerinin süresi 1961’de, süreleri 2 yıl olan diğer bölümler 1967’de 3’er yıla çıkarıldı.

GEE programları incelendiğinde, kuramsal bilgi öğretimi ile uygulamanın iç içe yürütüldüğü görülür. Öğrencilerin gezi, inceleme, deneme ve uygulamalarla gerçek birer öğretmen olmalarına özen gösterilirdi. Programlarda alan (branş) bilgisi ile meslek formasyonu arasında oldukça iyi bir denge kurulmuştu. Derslerde öğrenci etkinliğine büyük önem verilir, tüm çalışmalarda, onların ilerde öğretmen olacakları dikkate alınırdı. Enstitünün hiçbir bölümünde kürsüden ders anlatma yöntemi itibar görmemiştir. (Kendi gözlemlerim ve birçok Enstitü mensubu ile görüşmeler.)

 

GEE’de Yaşam

 

GEE’de öğrencilerin bakım, beslenme ve sağlıklarına büyük önem verilmiştir. Tarihi Anabina’ya geçildikten sonra (1929-30) yemekler zemindeki mutfakta buharlı kazanlarda yapılıp asansörle üst kattaki yemekhaneye taşınarak öğrenci, öğretmen, yönetici ve diğer görevlilerle birlikte yeniyordu. Verilen gıdalar genellikle çeşitli ve yeterli idi. Okulun reviri, doktoru ve hastabakıcısı bulunuyordu. Yatakhaneler sağlıklı ve bakımlı idi. Her sabah duşlarda sıcak su bulunuyordu. İlk yıllarda kızlar yatakhanesi için İngiliz bir bayan rehber de bulunduruldu. (Arman, 1969, s. 68) Ayrıca, nöbetçi yönetici ve asistanlar öğrenciye yardımcı idiler. Enstitüde, 1960 sonlarında dünya çapında patlayan gençlik hareketlerine kadar önemli bir disiplin olayı yoktur.

1930’ların başında Zihni Derin’in Enstitüyü suya kavuşturmasından sonra çevre hızla ağaçlanmış ve çiçeklenmiştir. Müzik Bölümü Başkanı Prof. Saadettin Ünal’ın bana 1984’te yazdığı mektuba göre 1950’lerin sonunda “Enstitü bahçesinin güzelliğinin seyrine doyum olmuyordu.” Merhum İhsan Telli’nin 1983’te anlattığına göre Enstitü’yü bahçıvan Arnavut Mustafa, Zihni Derin’den öğrendiği yöntemlerle ağaçlandırarak cennete çevirmişti. O, müdürün bile çiçeklere dokunmasına izin vermezdi (Enstitünün eski mezun, öğretmen ve müdürlerinden Hüsnü Cırıtlı’nın anlattığına göre Arnavut Mustafa bir müdür tarafından küstürüldüğü için Enstitü’den ayrılıp Fen Fakültesine geçti ve orayı ğaçlandırıp çiçeklendirdi).

Enstitüde demokratik eğitimin ve öğrenci yönetimin ilk uygulamaları 1928-35 arasında görülüyor. Bu uygulama uzun bir aradan sonra 1946’da yeniden başlıyor. Yeni binanın ilk müdürü Baltacıoğlu [1929-30] ile göreve 1932’de gelen Yücel, 1933’te gelen H. Ziya Kalkancı, 1935’lerde İ. Hakkı Tonguç, 1946’dan sonra Hamdi Akverdi, 1950’den sonra Fuat Baymur ve Vedide Baha Pars, 1960’dan sonra Hüsnü Cırıtlı, Kemal Demiray, Nuri Ersoy, 1970’den sonra Mustafa Ölçün, Naciye Öncül ve İhsan Öğüş, öğrencilerin (öğretmen adaylarının) yönetime katılarak, kendi kendini yöneterek demokratik kişilik kazanmalarına büyük önem verdiler. Bu yaklaşımı, yöneticilerle birlikte birçok öğretmen de destekliyordu. GEE, Türkiye’nin ilk “yatılı/karma” yükseköğretim kurumudur. Orada verilen karma eğitim sınavı tüm ülke eğitimine örnek olmuştur. Pek azı dışında yöneticiler, karma eğitimin önemine inanmış, onu yaşatmak için her türlü çabayı ve özveriyi göstermişlerdir. Eğitim Bölümü’nün ilk öğretmenlerinden Dr. Halil Fikret Kanad, Muzaffer fierif Başoğlu, H. Ahmet Aytuna vd. değişik bölüm öğretmenleri, eğitimde demokrasi düşüncesinin hararetli savunucuları idi. 1935’te, Kanad’ın öncülüğünde Enstitü’de bir “Yayın Kooperatifi” de kurulmuştu. 1946’dan sonra dernekler yasasına göre kurulan öğrenci derneği, öğretmen adaylarında demokrasi anlayışının kökleşmesi açısından çok yararlı oldu.

GEE’nin çok bölümlü olmasının büyük yararları vardı. Bu yapılanma, bölümü hangisi olursa olsun tüm öğrencilere kültür, sanat, spor vb. duyarlılıklar kazandırıyordu. Örneğin, Müzik Bölümü, Prof. Zuckmayer’in yönetiminde yılda birkaç kez “çok sesli koro” konseri verirdi. Beden Eğitimi Bölümü jimnastik gösterileriyle, Resim-İş Bölümü sergileriyle Enstitü’ye ve bozkır Ankara’sının yaşamına renk katıyor, kendi alanlarında örnek oluyordu. Öğrenciler, öğretmenleriyle birlikte tartışmalı toplantılarla, tiyatro ve diğer etkinlikleriyle yine Enstitü’ye ve çevreye kültürel ve sanatsal hizmet veriyor, eğitici rol oynuyorlardı. Bu beceriler, mezun olan adaylar tarafından Anadolu’nun en ücra yerlerine de taşınıyordu.

Çok bölümlü olmanın bir avantajı da bölümler arası öğretmen ve deneyim alışverişidir. Örneğin, Eğitim, Yabancı diller, Türkçe ve Sosyal Bilgiler bölümleri her bölüme öğretmen veriyordu. Yönetici ve müfettiş yetiştiren Eğitim Bölümü, her bölümden “kaynak kişi” getirerek adayların ufkunu genişletebiliyordu.

Enstitünün 1960’lara kadar geliştirilen çok zengin bir kitaplığı vardı. Burada çeviri, telif birçok kitap bulunuyordu. Enstitü öğretmenlerinin yazdığı kitap ve makaleler, MEB yayınları bu kütüphaneyi zenginleştirmekteydi. Enstitü’de “serbest okuma” büyük önem taşıyordu. Bu sayede Enstitü mezunu birçok yazar yetişmiştir. Özellikle Köy Enstitüsü çıkışlıların Enstitü’ye girmesiyle okuma oranı ve GEE mezunu yazar sayısı artmıştır.

Enstitü öğrencileri son sınıfa geçince ilk ve ortaöğretim kurumlarında deneme dersler vererek, incelemeler yaparak mesleksel deneyim kazanıyorlardı. Eğitim Bölümü’nün taşrada denetim gezileri; Beden Eğitimi Bölümü’nün deniz, kayak ve dağcılık kampları, Müzik Bölümü’nün yurt konserleri dizisi, Resim-İş Bölümü’nün büyük kent ve yurt sergileri, eğitime ayrı bir boyut ve canlılık kazandırıyordu. (Arman, 1969/Tarihmen, 1961/Kendi gözlemlerim ve Enstitü mensuplarıyla görüşme ve mektuplaşmalar.)

 

GEE’nin Katkıları

 

Bazı eğitim kurumlarına öğretmen, müfettiş ve yönetici yetiştirmek amacıyla kurulan GEE’nin, Cummhuriyet eğitimine ve kültürüne beklenenin çok üstünde katkıları ve etkileri oldu. Bunlara satır başlarıyla değinmek uygun olacaktır.

1. GEE, 30 binden fazla mezun vermiştir. Bunlar taşrada öğretmen, müfettiş ve yönetici olarak çağdaş eğitimin temsilcisi ve uygulayıcısı olmuşlardır. 1960’ların ortalarına kadar il milli eğitim müdürlerinin tümüne yakını GEE, özellikle de Eğitim Bölümü mezunlarıdır. Yine aynı dönemde “diplomalı” ilköğretim müfettişlerinin tamamı  da Eğitim Bölümü mezunlarıdır. Yine 1950’lere kadar 21 Köy Enstitüsü Müdüründen 18’i; ortaokul müdürlerinin tamamına yakını ile birçok lise müdürü GEE mezunudur. 1946’dan sonra buna yeni açılan eğitim enstitülerinin mezunları da katılacaktır. Son yıllara kadar diplomalı ortaokul öğretmenlerinin tümüne yakını ile diğer ortaöğretim kurumlarının resim, müzik, beden eğitimi öğretmenlerinin tümü ve diğer derslerin birçok öğretmeni GEE ya da sonradan kurulan eğitim enstitülerinin mezunlarıdır. (Baymur, 1951/Pars, 1962, s. 110-115)

2. Pek çok GEE mezunu, uzun yıllar MEB Merkez Örgütünde de önemli görevler (genel müdürlük, müfettişlik, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği vd.) üstlenmiştir. Bunların bir kısmı yabancı ülkelerde ya da Türkiye’de ek öğrenimle, önemli bir kısmı da mevcut durumları ile önemli görev üstlenmiştir.

3. GEE, öğretmen ve mezunlarından, yeni açılan birçok yükseköğretim kurumuna öğretim üyesi ve yönetici vermiştir. Enstitü, 1933 ve 1946 üniversite reformlarında, yeni üniversite açıldıkça buralara öğretim elemanı vermiştir. Ayrıca, yeni açılan Eğitim Enstitüleri, Mesleki ve Teknik Öğretmen okulları, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu, Gençlik ve Spor Akademileri, eğitim fakülteleri, güzel sanatlar fakülteleri, konservatuvarlar, değişik filoloji bölümleri ile senfoni orkestralarına pek çok değerli elemanlar vermiştir.

4. GEE, 1970’lere kadar tek başına, MEB’in en önemli danışma merkezi olmuştur. Yeni programların hazırlanması, yeni eğitim denemelerinin yapılması, yapılan eğitim uygulamalarının değerlendirilmesi vb. konularda GEE, MEB’in başvurabileceği hazır kuvvet gibiydi. Zaten Enstitü, MEB’le sürekli eleman alışverişinde bulunmuştur. Uzun yıllar MEB Merkez Örgütü, Talim ve Terbiye Kurulu ve GEE arasında sürekli eleman dolaşımı olmuştur.

5. Köy Enstitüsü Sistemi’nin kuramcısı ve kurucusu büyük eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç, 1927-35 arasında GEE’nin değişik bölümlerinin resim ve elişi öğretmeni; Resim-İş Bölümü’nün kurucusu ve ilk başkanı, bir süre de Enstitü müdürü olarak görev yapmıştır. Daha sonra da ek görevli olarak Enstitü’de ders vermiştir. Tonguç, Köy Enstitüsü sistemine temel olan düşüncelerini burada çimlendirmiştir. Köy Enstitülerine atadığı yönetici ve öğretmenlerin çoğunu GEE mezunu öğrencileri arasından seçmiştir. Köy Enstitüsü programlarını hazırlama konusunda buradaki iş arkadaşlarıyla işbirliği yapmıştır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerinin yetiştirilmesinde GEE öğretmenlerinden çok yararlanmıştır.

6. GEE, ülkedeki eğitimbilimsel yayına büyük katkılarda bulunmuştur. Enstitü, öğretmen ve mezunlarının çeviri ve telif eserleriyle, hem kuramsal hem uygulamalı bilgi birikimine önemli katkılar yapmıştır. Özellikle ilk ve ortaöğretimdeki derslerin öğretimi ile ilgili yayınlar çoğunlukla GEE öğretmenlerine aittir. Mezunları yetiştikçe bu yayınlara yenilerini katıp okullarda uygulamayı kolaylaştırmışlardır.

7. GEE, mezunları yoluyla Türk Edebiyatına yeni bir kan getirmiştir. Kemal Bilbaşar ve Rıfat Ilgaz’dan, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Dursun Akçam, Osman fiahin’e kadar kadar romancı, öykücü ve denemeciler; Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmet Uysal, Ahmet Telli, fiükrü Erbaş, Abdülkadir Paksoy gibi şairler; Tahsin Saraç, İsmet Birkan, Özdemir İnce gibi çevirmenler ve diğerleri, GEE ortamında yetişti. M. Nihat Özön, Kemal Demiray, Dr. Mehmet Tuğrul, Emin Özdemir, Muzaffer Gürses, Mehmet Aydın, Adnan Binyazar gibi dil eğitimcileri, 2-3 yıllık öğretimle hem başarılı öğretmenler, hem değerli yazarlar yetiştirdiler. Örneğin, Behçet Necatigil’in çalışmasına göre, 1900 ve daha sonra doğumlu yazarlardan, İstanbul Üniversitesi Türkoloji mezunu olanlarla GEE mezunu yazarların sayısı 47’şer olup eşittir. (Necatigil, 1980)

8. GEE, başta Ankara ve İzmir olmak üzere birçok kentte birer görsel sanat çevresi oluşturdu. Köklü bir Güzel Sanatlar Akademisi bulunan İstanbul’da da bugün pek çok Gazili sanatçı bulunmaktadır.

9. Başta Ankara’dakiler olmak üzere, büyük merkezlerde ve diğer kentlerde oluşan orkestra ve operalarda da pek çok GEE Müzik Bölümü mezunu bulunmaktadır. Bu kişilerin, yıllar süren konservatuvar eğitimiyle yetişenler arasına girmesi, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüne (H. Hüseyin Akbulut gibi) kadar tırmanması, GEE’nin, köy çocuklarını güzel sanatların en zor olanında bile nasıl başarıyla yetiştirdiğini gösterir.

10. Hiç kuşkusuz GEE politakaya verdiği kişilerle de Türk toplumunun gelişimine katkıda bulunmuştur. Bunlar arasında pek çok milletvekili Mustafa Üstündağ, Hayrettin Uysal, Yücel Seçkiner, Avni Akyol, İsmet Özaslan, Fikret Ünlü gibi bakan olanlar, üstdüzey bürokratlar da bulunuyor.

 

GEE’yi Geliştirme Girişimleri

 

GEE’nin nasıl biçimleneceği sorunu, kuruluşu ile başladı. Önce de değinildiği gibi, “Orta Öğretmen Okulu” ya da ”Enstütü” tartışması, kısa sürede bir sentezle sona erdi. Müdür I.H. Baltacıoğlu, 1929’da Enstitü’yü anaokulundan lisans sonrasına kadar bir bütün olarak düzenlemek, öğretim yanında bilim de yapan bir kurum haline getirmek üzere bir proje hazırladı. Ancak, MEB bürokrasisi bunu “ütopik” bulup kabul etmedi. Bunun üzerine Baltacıoğlu müdürlükten ayrıldı. (Baltacıoğlu, Terbiye, 1932, s. 178-186)

1933 Üniversite Reformu, Ankara’da yeni oluşan yükseköğretim kurumlarını dışta bıraktı. 1946 Üniversiteler Kanunu ise üniversitelere “özerk yönetim” getirdi, ancak GEE’yi dışta bıraktı. Bakan Hasan-Âli Yücel, GEE, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Siyasal Bilgiler Okulu gibi kurumların, üniversite içinde “özgünlüklerini yitireceğini”, bunlar için özel özerk düzenlemeler yapılacağını belirtmişse de onun bakanlıktan ayrılmasıyla böyle bir düzenleme gündemden kalkmıştır.

1946’da bakan olan Reşat fiemsettin Sirer, ilköğretmen okullarını kapatıp yerlerine “Eğitim Enstitüsü” kurmak, bu enstitülerde ilk ve ortaokulların birleştirilmesiyle oluşturulan 8 yıllık ilköğretime “sınıf öğretmeni” yetiştirmek istiyordu. Yeni bakan üç ilköğretmen okulunu (İstanbul, İzmir, Balıkesir) “Eğitim Enstitüsü”ne dönüştürürken, GEE’nin Türkçe, Tarih-Coğrafya, Matematik ve Fen bölümlerini kapatarak onların yerine “Toplu Dersler Bölümü” açtı. Bu bölüm, yeni açılan eğitim enstitülerinin karşılığı idi. Ancak, bu model de 1949’da yeni bakan Tahsin Banguoğlu tarafından değiştirildi.

Enstitü, 1950-60 yılları arasında tümden kaderine terkedildi. Bu arada, İ.Ü. Edebiyat Fakültesinin bazı öğretim üyeleri ile mezunları, GEE’nin kapatılmasını, onun işlevlerinin fakültelere devredilmesini isteyen bir broşür yayımladılar (Öğretmen Davasında... 1952). Bu kişiler, üniversiteler yanında eğitim enstitülerinin varlığını bir “facia” olarak niteliyorlardı.

27 Mayıs 1960 Askeri müdahalesinden sonra eğitim enstitülerini yeniden düzenleme yolunda bir çaba başladı. 1961 yılında bir “Gazi Eğitim Akademisi Yasa Tasarısı” hazırlandı. Bu girişim sonuçlanmadan 1962’de toplanan VII. Milli Eğitim fiûrası’nda bir “Eğitim Fakültesi” kurulması gündeme geldi. Bu konuda bir anlaşmazlık çıktı. Başını MEB Müsteşarı Nuri Kodamanoğlu’nun çektiği, eski Yüksek Öğretmen Okulu çıkışlılar, Ankara Üniversitesi’nde ayrı bir Eğitim Fakültesi kurulmasını önerirken, GEE mensupları, GEE ve diğer öğretmen yetiştiren okulları kapsayan bir Eğitim Bilimleri Yüksek Enstitüsü açılmasını öneriyorlardı. Hakem olarak çağrılan İngiliz uzman Louwerys Eğitim Bilimleri Yüksek Enstitü modelinden yanaydı. Ancak, 1965’te Fakülte önerisi gerçekleşti ve öğretmen okulları ile hiçbir bağlantısı olmayan A.Ü. Eğitim Fakültesi (şimdi Eğitim Bilimleri Fakültesi) kuruldu. GEE yine kendi haline terkedildi. (Eğitim Dünyası: Sayı:19-4 ve 21-6 / Aralık 1964 ve Nisan 1965)

1967’de yeniden MEB’ce, yeni bir “Gazi Eğitim Akademesi” yasa tasarısı hazırlandıysa da bu gerçekleşmedi. Öğrenciler yıllar yılı “Akademi isteriz” diye slogan atıp durdular.

1974 yılında, İhsan Öğüş’ün Enstitü müdürlüğü sırasında, Enstitü’de yeni bir “program modeli” denemeye kondu. Bu bir “yasal statü” değişikliği değildi, ama denemenin akademik bir modele dönüştürülmesi umudu vardı. Model, önlisans, lisans (2+2), yüksek lisanstan oluşan ve “kredi tamamlama”yı esas alan, böylece “yatay ve “dikey geçiş”e (branş değiştirebilme) olanak tanıyan bir yaklaşımı benimsiyordu. Büyük bir heyecanla yürütülen bu deneme, 1975’te kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinin bakanı tarafından durduruldu ve eski 3 yıllık statüye dönüldü. GEE’nin bazı mensuplarınca 1979’da bir “Gazi Eğitim Üniversitesi” önerisi geliştirilmişse de bu öneri; GEE’yi parça parça ayrı üniversitelere bağlamak isteyen yeni bakan Necdet Uğur tarafından kaale alınmadı.

 

GEE’de Aşınma ve Geriye Sayım

 

GEE, Milli Eğitim Bakanlığı’na çok yakın olmasına karşın, 1950’den sonra Bakanlıktan yeterli desteği görememiştir. Bu yüzden, 1950’lerden itibaren gelişen koşullara uymakta zorluk çekmeye, 1960’lı yılların yarısından sonra da geri saymaya başlamıştır. 1933 ve 1946 üniversite reformları sonucunda oluşan üniversite özerkliği karşısında GEE kendini yenileyememiştir. Aksine üniversite, her yenilenişinde GEE’den eleman alıp götürmüştür. Merhum Mitat Enç öğretmenimizin söyleyişiyle GEE, “evlatlarını korurken kendi sağlığını yitiren çilekeş bir ana” durumuna düşmüştür. (Enç, Konuşma, 1967) Enstitü, 1965’ten sonra eğitim fakültelerinin kuruluşu ile elde kalan elemanlarını da yitirmiş, bazı mensuplarının çırpınmalarına karşın bir ortaöğretim kurumuna dönüşmeye başlamıştır.

Başlangıçta, GEE’ye yönetici ve öğretmen atamada Enstitü kadrosunun eğilimi göz önünde tutulurdu. Yöneticiler olabildiğince Enstitü içinden bulunur, olmazsa tanınmış kişiler arasında atanırdı. 1940’larda Enstitü’ye öğretmen atamada, asistanlık yapmış olma ya da ilgili bölümün öğretmenler kurulunca kabul edilme yerleşmiş bir kuraldı. 1960’tan sonra bundan vazgeçilip Bakanlıkça keyfi atamalar başlatıldı, çok yetersiz kişiler öğretmen olarak Enstitüye öğretmen ve yönetici olarak gelmeye başladı. Giderek militanların atanması yolu bile tutuldu. 1974’ten sonra sınavla öğretmen seçimi de bekleneni veremedi.

Öte yandan, 1968’den sonra tırmanan gençlik olayları, çatışmalara dönüşmeye başladı ve Enstitü’de yaşanan gerginlikler yöneticileri istifaya, bazı öğretmenleri de Enstitüyü terke zorladı. 1970’ten sonra Enstitü Öğretmenler Kurulunun aday seçimiyle atanan müdürler de olaylara dayanamaz oldu. Bu tarihlerde Eğitim, Türkçe, Sosyal Bilgiler bölümleri kapatılıp öğrencileri başka enstitülere dağıtıldı. 1971’de Yabancı Dil bölümleri, Enstitüden ayrılıp ayrı bir Enstitü oluşturuldu. 1973’te yatılılık kaldırıldı. 12 Mart 1971 Askeri müdahalesinden sonra, dayanaksız ihbarlar yüzünden birçok öğrenci ile birlikte okul müdürü Naciye Öncül, yardımcıları ve bazı öğretmenler tutuklandı. 1974’ten sonra Enstitüyü eski saygınlığına kavuşturmak amacıyla bazı düzenlemelere girişildi ise de kalıcı bir sonuç alınamadı. 1975’ten sonra Enstitü, sık sık farklı militan öğrenci grupları tarafından işgal edildi. Bu süreçte, kalabilen eski yetkin öğretmenler Enstitü’yü terkederken MEB, hiçbir ölçüt kullanmadan ortaöğretim öğretmenlerinden Enstitü’ye öğretmen ve yönetici atamaları yaptı.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, bir emekli albayı Enstitü’ye müdür olarak atadı. Bu dönemde Sıkıyönetim Yasasına dayanılarak 13 öğretmen işten çıkarılırken, 125 öğretmen de ortaöğretime gönderildi. Onların yeri, yine niteliği tartışmalı ortaöğretim öğretmenleriyle dolduruldu. MEB, 12 Eylül Harekâtından bir hafta önce, 5 Eylül 1980 günü gönderdiği bir yazı ile Enstitünün kapatılıp yerine “Gazi Yüksek Öğretmen Okulu”nun açıldığını, bu durumda öğretmenlerin de yeniden atanacağını bildirdi. Oluşturulan bu okul 1982 yılında yeni kurulan Gazi Üniversitesi’ne “Gazi Eğitim Fakültesi” olarak bağlandı ve böylece GEE süreci noktalandı. fiu andaki Gazi Üniversitesi’nin de, Gazi Eğitim Fakültesi’nin de GEE ile hiçbir ilgisi yoktur.

 

Sonuç

Ülkenin, öğretmen eğitiminde hoşnutsuzluk yaşanan bugün, sorumluların GEE’nin ve diğer eski öğretmen okullarının birikimine ve deneyimine şiddetle gereksinmesi vardır.

fiimdi yapılacak iş, Ankara’daki tüm eğitim fakültelerini birleştiren bir “Gazi Eğitim Üniversitesi” kurmaktır. Bunun için yeni bir masrafa ve ayrı bir altyapıya acil gereksinme yoktur. GEE’nin, çirkinleştirilen bina ve tesisleri bir süre kullanılabilir. En önemlisi, GEE’den yetişmiş birçok eğitimci, bilim insanı, uzman, sanatçı önemli bir eleman potansiyeli oluşturmaktadır. Bu üniversitenin benzeri, öteki iki büyük ilde de kurulursa, taşrada çaresiz durumdaki eğitim fakültelerine gerek kalmayacaktır.

Böyle bir düzenleme, hem gereksinmelere, hem de GEE’ye adını veren  Atatürk’ün ve Enstitü’de öğrenim görmüş, ona emek ve gönül vermiş Türk eğitimcilerinin anılarına daha uygun olacaktır.

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.