ÇAĞDAŞLAŞMA YOLUNDA EN BÜYÜK ADIM
Birinci Emperyalist paylaşım savaşında kurtlar sofrasında parçalanan Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları arasından, Dünya halklarına örnek olacak onurlu bir direniş destanı yazan Kurtuluş Savaşı’yla sıyrılıp, Mustafa Kemal ve yol arkadaşlarınca kurulan Türkiye Cumhuriyeti çağdaş dünyaya ulaşma adına atılan en büyük adım olmuştur. Aklı ve bilimi rehber edinen genç cumhuriyetin yöneticileri, uzun savaşlar sonucunda yorgun ve yoksul düşmüş bir ulusun çağdaş uygarlık nimetlerinden yararlanabilmesini sağlayacak sosyal ve kültürel devrimlerin bir an önce yapılmasını gerekli görüyorlardı. Saltanatın kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, dil devrimi, medeni kanunun kabul edilmesi, kadınlara seçme ve seçilme haklarının tanınması gibi köklü değişiklerle yeni toplumun temelleri atılmaya çalışılıyordu. Bağımsız bir ülke olmanın vazgeçilmez koşullarından biri olan ekonomik bağımsızlığın sağlanması için öz kaynaklara dayanan bir ekonomik yapılanma öncelikli hedefler arasında yer alıyordu. Demokratik, laik ve çağdaş bir toplum düzeni yaratılabilmesinin en önemli basamağı ise soran, sorgulayan ve araştıran özgür düşünceli bireyler yetiştirebilme zorunluluğuydu.
Böylelikle Mustafa Necati’den Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’a uzanan bir destan yazılmaya başlandı. Köy Öğretmen Okulları’ndan Eğitmen kurslarına evrilen bu destan Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla taçlandı.
Ülkenin dört bir yanında kurulan Köy Enstitüleri’nden yetişen binlerce genç, yüzyıllardır akıl ve bilim dışı hurafelerle uyutulan halk üzerindeki ölü toprağını silkerek onlara, birey olmanın ve birlikte güçlü olmanın önemini yaparak ve yaşayarak gösteriyordu.
“Çamlıbel'de bir gül açsa
Uykuları kaçar Bolu Beyi'nin”
diyor Köy Enstitülü şair, yazar Mehmet Başaran ve ekliyor
“Bir oldular da Bolu Beyi’yle
Kapattılar Enstitüleri.”…
Köy Enstitüleri’nin yaktığı aydınlanma ateşinin ülkeyi dört bir yandan sardığını gören “Bolu Beyleri” tutucu ve gerici çevreler, halkın bilinçlenmesinden korkup, uluslararası yeniden biçimlenmenin de zorlamasıyla, daha sonra pek çok ülkenin örnek alacağı bu özgün eğitim devrimini önce etkisizleştirip sonra tamamen ortadan kaldırdılar.
Ülkemiz İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan yeni uluslararası düzende Amerikancı Truman Doktrini ve Marşal Planı kapsamında emperyalist kampta yer aldı. Bu durum hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlığımızın büyük ölçüde yitirilmesi sonucunu beraberinde getirdi. Öz kaynaklara dayanma terkedilerek dışa bağımlı bir ekonomik düzen kurulmaya başlandı. Uluslararası ilişkilerde ülke çıkarları emperyalist ülkelerin çıkarları karşısında göz ardı edildi. Daha Nato üyesi olmadan bu paktın yaptığı Kore Savaşı’na asker göndererek ülkemiz evlatlarının tarafı olmadığımız bir savaşta can vermesine neden olundu. 1920’lerde tüm ezilen halkların örnek aldığı bir kurtuluş destanı yazan Türkiye, 1950’li yılların sonunda Fransa’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Cezayir’e karşı işgalci Fransa’yı destekledi.
Köy Enstitülerinin kuramcı ve kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un şu değerlendirmesi ilginçtir:
…“Kurtuluş Savaşı’nda kanlarını verenlerin hakları ödenecekti. Yeteneklilere, çalışanlara hakları verilecekti. İmparatorluk döneminde olduğu gibi ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar bulunmayacaktı. Cumhuriyet bu demekti. Devrim, en uygun koşulları bularak yeni insan tipleri yaratmak zorundaydı…”
Cumhuriyetin kuruluşunun 101. yılında başlangıç amaçlarından bir hayli uzaklaşmakta olduğumuz açıkça görülüyor.
“Yurtta Barış, Dünyada Barış!” ilkesiyle çıkılan bir yolda neredeyse tüm komşularımızla kavgalı ilişkiler içindeyiz.
Alınan ekonomik önlemler, iktidar yandaşı büyük sermaye sahiplerini koruyup, servet arttırmalarını sağlarken; her geçen gün artan hayat pahalılığı ve emekçilerin örgütlenmesi önüne koyulan engeller nedeniyle, toplumun büyük çoğunluğunun ise açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmesi sonucunu doğuruyor.
Ortadoğuyu kan gölüne çeviren işgalci İsrail Devleti’nin güvenliği, ülkemizde bulunan Amerikan üslerince sağlanıyor. Görünüşte İsrail’in işgalci ve katliamcı saldırıları kınanırken el altından bu ülkeye savaşta kullanılan malzemeler başta olmak üzere her türlü madde satılmaya devam ediliyor.
Ülke Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi maskesi altında tek adam yönetimine geçirilip, ulusal egemenliğin kalesi olarak değerlendirilen meclis, bütünüyle işlevsiz duruma düşürülüyor.
Sağlıkta özelleştirmenin acı sonuçları, yenidoğan bebek ölümleriyle toplumsal duyarsızlıkların yüzüne bir tokat gibi çarpıyor. Bu durum, “özelleştirme” gibi masum bir sözcüğün gerçek anlamının her alanda para kazanma hırsının her şeyden, hatta insan hayatından, doğal çevreden öncelikli olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Özel hastanelerdeki tedavi ücretleri, ancak parası olanların sağlıklı olmaya hakkı olduğu sonucunu doğuruyor. Kamu hastanelerinde ölümcül hastalıkların tedavisi için başvuranlara verilen altı aydan bir yıla uzayan randevular ise hastaları adeta evlerinde ölüme mahkum ediyor.
Eğitimde ise sorunlar her geçen gün katlanarak artıyor. Birkaç yılda bir değiştirilerek yaz boz tahtasına çevrilen eğitim sistemi, piyasalaştırılıp özelleştirilerek; ÇEDES, Yeni Yüzyıl Maarif Modeli gibi çağdışı anlayışlarla cemaat ve tarikatların güdümüne sokulup, akıl ve bilimin yörüngesinden tamamen uzaklaştırılıyor.
Cumhuriyet değerlerine karşı açıkça yapılan bu saldırılar karşısında ödün vermeden durmalı ve
Tam bağımsız Türkiye’yi,
Emekçilerin yaşam koşullarının düzeltilmesi ve örgütlenme haklarını
Parasız ve kamusal sağlık hakkını
Köy Enstitülerinin ışığıyla aydınlanan laik, demokratik, çağdaş, kamusal, karma eğitim hakkını savunmalıyız.
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği olarak, bu güzel ülkenin gerçek sahibi yurtseverler, ilericiler, devrimciler ve tüm emekçileri bizi ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen çağdışı güçlere karşı yan yana, omuz omuza laik ve demokratik bir cumhuriyet yönetimi için kararlılıkla mücadele etmeye çağırıyoruz
YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜLER DERNEĞİ GENEL MERKEZ VE ŞUBELERİ