KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ - II

KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ -  II

 

Önceki yazımda Cumhuriyet’in gerçekleştirmeye çalıştığı ulus inşasının ve toprak reformunun Köy Enstitülerinin kuruluşu ve kapatılışı sürecinde etkilerini irdelemeye çalışmıştım. Bu yazımda enstitülerin varlığına gösterilen tepkilerin nedenlerini ve kapatılışlarına giden sürecin arka planını kısaca ele almak istiyorum.

Cumhuriyet ilan edilmiş ancak yaratılacak ulusun büyük çoğunluğunu oluşturan Anadolu köylüsüne ulaşılamamıştı. Bu durum kurucu kadroda büyük sıkıntıya neden oluyor, ancak sorun aşılamıyordu. Kurucu kadroda yer alan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati döneminde (1926-29) gerçekleştirilen bakanlık teşkilatının organize edilmesi, öğretmenliğin tanımlanarak ücretlerin bir sisteme bağlanması, köye öğretmen yetiştirmek üzere Kayseri Zincidere ve Denizli Köy Öğretmen Okullarının açılmasıyla başlayan Cumhuriyet eğitim devrimi süreci onun erken ölümü nedeniyle kesintiye uğramıştı.  

Saffet Arıkan’ın 1935 yılında Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasına kadar geçen süreçte kayda değer bir ilerleme gerçekleştirilemedi. Saffet Arıkan’ın aynı yıl İsmail Hakkı Tonguç’u vekaleten İlköğretim Genel Müdürlüğüne ataması ile yepyeni bir sürecin başladığına tanık oluyoruz. 1936 yılında Eğitmen Kurslarının açılması sonucu yetiştirilen eğitmenlerle üç yıllık köy okulu uygulamasının başlatılması, Eğitmen Kurslarının bulunduğu dört yer; Kızılçullu (1937), Çifteler (1937), Gölköy (1938), Kepirtepe (1938)’de Köy Öğretmen Okulunun yeniden açılması ve bu okulların 17 Nisan 1940’ta kabul edilen yasa ile  Köy Enstitülerine dönüştürülmesi gerçekleştirildi.   

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimbilim yöntemini ve  kapatılmasına giden süreci incelerken bilgi kirliliğinin önüne geçmek ve konuyu tüm boyutlarıyla tartışabileceğimiz bir zemin oluşturabilmek için bu tarihi süreci göz önünde tutmak gerekiyor. Bu tartışmaların ışığında Köy Enstitüleri pratiğinden yararlanarak günümüze yönelik bir modelin geliştirilmesinin olanaklarına dikkat çekmek istiyorum. Buna ek olarak Köy Enstitüleri sürecinin tüm yönleriyle anlaşılabilmesi için, bu kurumların oluşumuna etki eden iki farklı tarihsel amaç ve yaklaşımdan yola çıkmak gerektiğini düşünüyorum. 

Konuyu biraz açarsak, tarihsel yaklaşımlardan birincisi, Cumhuriyet’in Anadolu köylüsüne ulaşmakla ilgili CHP iktidar çevresinin hedefledikleri; ikincisi ise İsmail Hakkı Tonguç’un ve ilerici yurtsever kadroların Anadolu köyünün içten canlandırılmasına yönelik uygulamalarıdır. Bu iki farklı tarihsel yaklaşım zamanla çatışmaya dönecek ve bu süreç önce Köy Enstitülerinde uygulanan kişilik eğitimine dayalı, özgürlükçü, üretici ve demokratik eğitimbilim yönteminin 1946 yılında terk edilmesi ve kurucu kadrolarının tasfiyesiyle (fiilen kapatılma) klasik eğitime dönülecek; 1954 yılında da DP iktidarı tarafından, özelliğini yitirmiş bir kurum olarak hukuken varlığına son verilerek, Köy Enstitüsü ismi tabelalardan silinecek İlköğretmen Okulu adı yazılacaktı…

Köy Enstitülerine ilk yaklaşımın temsilcisi CHP parti ve iktidar yönetimine göre; imparatorluk döneminde asker kaynağı olarak görülen, hayvancılıkla uğraşan, çobanlık ve basit tarım yapan Anadolu köylüsünü üretici çiftçi haline getirmek, köye sadece öğretmen değil, modern tarım yöntemleri öğretecek teknik kadroları yetiştirerek göndermek yeterli olacaktı…  İsmail Hakkı Tonguç ve ilerici kadroların amacı ise o güne kadar bir yük hayvanı gibi görülen köylülüğün, Köy Enstitülüler aracılığıyla sosyal ve ekonomik alanda örgütlenerek, politik alana müdahalesinin ve  yazgısını değiştirmesinin yolunu açmaktı… Tonguç’a göre Cumhuriyet’in anlamı; imparatorluktaki ezen-ezilen, sömüren-sömürülen sınıfların olmadığı ve devrimin en uygun koşulları oluşturarak yeni insanı yaratmasıydı…

Merkezi iktidar kadrolarına göre, taban olarak değerlendirebileceğimiz köylünün üretici olması, meslek edinmesi, okuma yazma öğrenmesi, basit matematik işlemleri yapması, İstiklal Marşını okuyarak, köy okuluna bayrak asması ve hepsinden önemlisi Cumhuriyete bağlı kalarak devlet kadrolarının talimatlarına uyması yekerliydi... 

İmpataorluk döneminden kalan bu zihniyet, tabanın yani halkın devletten istemde bulunmasını, devleti sorgulamasını, devlet büyüklerinin emir ve uygulamalarına karşı gelecek bir bakış açısını geliştirmesini tehlikeli görüyordu… Bu durum Kurtuluş Savaşı yıllarında Sovyetlerden yardım alındığında ve savaşın bu yardımlara bağlı olduğu dönemde dahi Anadolu’da var olmaya çalışan sol, sosyalist, komünist düşünce ve örgütlenmelere hiçbir olanak tanınmaması ve sürekli baskılanmasında karşılığını bulmaktaydı.   

Cumhuriyeti kuran kadroların, Kurtuluş Savaşı sonrası demokratik devrimi gerçekleştirememiş olmalarını Anadolu’da yaşanan büyük yok oluşlara da bağlayabiliriz. Burjuvasını kaybeden, yurttaşlarının yarısı yer değiştirmiş Anadolu’da kurucu iradenin işi çok zordur. Öncelikle bir burjuva sınıfının yaratılmaya çalışılması ve kapitalizm gelişirken de geç kalındığı için sınıf inkarı ile toplumun “sınıfsız ve kaynaşmış bir kitle” olduğu ileri sürülmesi bundandı. İzmir İktisat Kongresi bu yolda atılmış önemli bir adımdır… 

Eğitim yoluyla toplumsal dönüşümü hedefleyen; eleştiren, sorgulayan, işe ve üretime önem veren, “İş insanın hem miyarı hem mimarıdır.” diyen, “Elimde olsa bütün okulların müfredatına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım…” diyen ikinci yaklaşım ise zaman içerisinde birinciye yenilmiştir. Ancak burada dikkat etmemiz gereken bir durum var. Devrimci kadrolar nasıl oldu da her yeniliğe direnen Osmanlı artığı gerici güçlerin varlığına karşın,  devletin devrimci dönüşümünü sağlamaya çalışacak ortamı buldu? 

Burada bir soluk alıp, Köy Enstitülerinin kurulup gelişmesinin İkinci Paylaşım Savaşının tüm şiddetiyle sürdüğü ortam ve koşullarda gerçekleştiğini anımsatmak isterim. Türkiye’nin, emperyalistlerin birbirini boğazladığı İkinci Paylaşım Savaşının  dışında kalması ve ülkelerin kendi iç dinamiklerinden yararlanarak kendi lehimize olan işleri yapabilecek kadroları oluşturma fırsatını yakalamasından söz ediyorum. İsmet İnönü’nün Tonguç’tan Köy Enstitülerinin sayısını 20’den 60’a çıkarmasını, ziraat teknisyeni yetiştirilmesini istemesinin tek nedeni savaşın bitimiyle dünyada nasıl bir siyasi harita oluşacağını ve Türkiye’nin rolünün ne olacağını az çok öngörmesinden kaynaklanmaktadır. İnönü’nün Tonguç’a hitaben “Savaş bitince bize bunları yaptırmayacaklar!” biçimindeki yorumu bunun kanıtıdır.

CHP iktidarı ve parti yönetimi; Köy Enstitülerine bir ilköğretim sorunu olarak bakarken, Tonguç ve kadroları enstitü eğitimini sosyal kurtuluş yolunda önemli bir devrimci örgütlenme adımı olarak görüyordu. Bu iki yaklaşımı birbirine karıştırmamak çok önemlidir. 

Köy Enstitülerinin en önemli özelliği kurulduğu köyün adıyla anılmasıydı. Bu küçük bir ayrıntı değil bilinçli bir seçimdi… Çünkü, Tonguç’un enstitüleri; yeni insanı kentlerde, Osmanlıdan miras kalan klasik öğretmen okullarında değil, kırsalda, köylerden başlayarak evrensel kültürle halk kültürünün harmanlanmış ortamında yetiştirmeyi, aşağıdan yukarıya örgütlenerek köyün içten canlanmasını sağlamayı ve köylünün eşit yurttaşlar olarak politik yaşamı etkilemesini amaçlıyordu… Enstitülerin bu özelliğiyle, ezilen bir toplumsal sınıfa yönelik örgütlenme girişimi, soğuk savaş döneminde kolayca komünistlikle suçlanmasına yol açtı. Köy Enstitülerinin anti-komünizme malzeme yapılması en ucuz ve kolay yol oldu. Bu bulanık ortamda küçük bir çevre dışında enstitülerin yarattığı ilerici devrimci değerler doğru ele alınamadı…

Kurucu liderin erken ölümü, İkinci Paylaşım Savaşı sonu ile başlayan yeni dönemde,  güzel ülkemizin basiretsiz ve teslimiyetçi politikacılar elinde emperyalist batı kampında yer alması bir yana, Sovyet lideri Stalin’in Boğazlar ve Kars’a yönelik akıldışı talepleri de ortamı germiş, anti-komünist propagandaya malzeme vermiştir. 

Anadolu insanında, Ulusal Kurtuluş Savaşımıza ve Cumhuriyet döneminde ekonomik kuruculuğa yardımı nedeniyle Sovyetler Birliği’ne duyulan sempatinin belleklerden silinmesi için emperyalist güçlerin yoğun çaba harcaması yanında CHP ve DP’nin birbiriyle anti-komünizm yarışına girişmesi etkili olmuş,tur.

Emperyalizme teslimiyet için hem dışarıda hem içeride birbiriyle uyumlu hareket eden bu anti-komünist karalama kampanyası somut olarak Köy Enstitülerine gelip dayanmış, bu kurumların savunulması komünizmin savunulmasıyla eşdeğer sayılmıştır.  Bu sürecin sonucu olarak, CHP’nin 1946 şaibeli seçimiyle başlayan son iktidar döneminde enstitülerin niteliğini belirleyen müfredat programı değiştirilmiş, uygulama dersleri kaldırılmış ve fiilen kapatılmıştır.

Cumhuriyet’in, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında Batı Bloğunda yer almasının, burjuva demokratik devrimi tamamlayamamasının, kendisini destekleyecek temel gücü oluşturan köylülük ve işçi sınıfının desteğini alamamasının veya böyle bir seçeneğe yanaşmamasının sonuçları günümüze ağır bir fatura bırakmıştır. 

İmparatorluk döneminden kalan feodal, gerici unsurların tasfiye edilememesi, toplumun tamamına yakın kısmını kontrol eden ancak yeraltına çekilmiş sinsi ve yıkıcı bir çalışma yürüten tarikat ve cemaatlerin inanılmaz esnekliğinin göz ardı edilmesi, kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla dinci örgütlenmelerin denetimde tutulacağı yanılgısı, dış dayatmayla çok partili ama sola kapalı bir rejime geçilmesi ülkeye yıkımdan başka bir şey getirmemiştir.

Üstelik  tüm bu çarpık politikaların, piramidin tabanındaki yoksul köylülüğün tek okuma olanağının bulunduğu, köy çocuklarının kendini özgürce ifade edebildiği Köy Enstitüleri düşmanlığı üzerinden yapılması, ulusa, halka, ülkeye ihanet değilse nedir?

Bu konuyu tartışmayı sürdüreceğiz…

 

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.