Eğitimin Dinselleştirilmesi Projesi: ÇEDES
Mehrigül Keleş
Avukat
YKKED Merkez Yönetim Kurulu Üyesi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
ÇEDES Nedir, Neyi Amaçlıyor?
Siyasi iktidar, 22 yılda toplam 9 bakan değiştirerek yönetmeye çalıştığı ulusal eğitim sistemini tam bir sorunlar yumağına çevirmiştir. Bunun önemli bir boyutu da çocuklarımızın anayasal hakkı olan laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşılması, eğitimin dinselleştirilmesidir.
Bilindiği üzere eğitim, bir ülkenin en temel sorunudur. Rejim inşasında temel alınacak ana unsurların başında gelir “eğitim”. Ülkelerin eğitimde yaptıkları, nasıl bir insan ve nasıl bir toplum istendiği sorularının yanıtını gösterir. Zira, ulus devletlerin ana unsuru olan insan, eğitim süreçleriyle yeniden yaratılır ve donatılır. Cumhuriyet rejimi, çağdaş uygarlık seviyesine yönelik “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bir kuşak yaratmayı amaçlamış ve bunun gerektirdiği laik, bilimsel, çağdaş, nitelikli eğitime yönelmişti.
Bugün ise görüyoruz ki tek adam rejimi, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırı bir toplumsal mühendislikle, kendi tasarımına uygun insanı ve toplumu, zaman zaman dile getirdikleri dindar nesli yaratmak amacıyla birtakım uygulamaları yürürlüğe koymaktadır. Bu uygulamalar, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bakanlığı döneminde daha yoğun ve kapsamlı bir hal almıştır. Bir yandan müfredat değişikliği ile bilimden uzaklaşma, öte yandan Öğretmenlik Meslek Kanunu ve Öğretmenlik Meslek Akademisi ile yeni müfredata ve kendi ideolojisine uygun öğretmenini yaratma girişimi bu planın diğer halkaları. Ancak bildikleri gibi eğitim sistemini kendi ideolojilerine uygun bir düzenlemeyle hemen değiştirmek olanaklı değil. Ülkenin büyük çoğunluğu, Cumhuriyet eğitim devriminin kazanımlarının korunmasından, çocuklarının laik, bilimsel, nitelikli eğitim almasından yanadır ve eğitimin din temelinde yeniden örgütlenmesine karşıdır.
Okullarda din dersleri zaten var. Üstelik bu ders pedagojik formasyonu olan öğretmenler tarafından veriliyor. Uygulamayı doğrudan değiştiremedikleri için sistemi parça parça işlevsiz kılarak oluşturdukları çatlaklardan ÇEDES gibi uygulamalarla sızma yolunu seçiyorlar. Bu alanda ne yazık ki epeyce de yol almış durumdalar.
Eğitimde bugün gelinen noktayı 22 yıl önce öngörebilir miydik?
• Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde 2023 yılında yapılan değişiklikle, okul öncesinden yükseköğretime eğitim kurumlarında mescit açılması zorunlu hale gelmiş oldu.
• 4+4+4 yasasında 9 yaşından itibaren çocukların saçlarının ve bedenlerinin örtüldüğü uygulama, bugün 4 yaşına kadar inmiş durumda.
• 4-6 yaştan itibaren Kur’an kursları okullar, camiler, toplum temelli kurum adıyla tarikatlar tarafından açılabilen yaygın bir uygulama haline geldi.
• 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ürünü olan zorunlu din dersi zaten vardı. Uygulamada okullardaki haftalık din dersi saati, bazı akademik derslerden daha fazla hale getirildi. Dinsel içerikli seçmeli yeni dersler yaratıldı.
• Siyasal kadrolaşma, eğitimin her alanında yaygınlaştırıldı. Okul müdürleri din bilgisi öğretmenlerinden ve imam hatip kökenlilerden seçilmeye başlandı.
• Akademik dersler için yeterli öğretmen ataması yapılmazken, din dersi öğretmeni atamalarına öncelik verildi. Öğretmen ve idareci atamalarında mülakat sistemi getirildi.
• Maarif müfredatı ile tüm derslerin bilimsel içeriği zayıflatıldı, mantık, felsefe, görsel sanatlar, müzik ve resim gibi öğrencinin bütünlüklü gelişimini amaçlayan dersler kaldırıldı, bilim içerikli derslerin bazıları seçmeli hale getirildi.
• İmam Hatip okullarının sayısı ülke tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Sınav sistemi ve okullaşma politikası sonucu çocuklar zorunlu bir şekilde imam hatip liselerine yerleşmeye yöneltildiler. İmam hatiplerin sayısını arttırarak burs, yemek, iş garantisi vs. olanaklarla cazip hale getirdiler.
• Okullara ayrılan ödenekte de ayrımcılığa gittiler. İmam Hatip okullarında ödenek sıkıntısı yaşanmazken, diğer okulların hepsinde ödenek sıkıntısı yaşanıyor.
• Ortaöğretimde tüm okul türlerinin imam hatipleştirildiği fen imam hatip, sosyal bilimler imam hatip, spor imam hatip gibi okul türleri yaratıldı. Ancak velilerden yeterli talep görmedi.
• Yatılı Bölge Okullarını (YİBO) yatılı imam hatip okullarına çevirdiler, kentlerdeki çok talep gören bazı liseleri imam hatip lisesine dönüştürdüler. Çocuklar bir baktılar ki okudukları Anadolu liseleri bir gecede İmam hatip liselerine dönüştürülmüş.
Belli ki bu adımlar da yetersiz kaldı…
Şimdi başta ÇEDES olmak üzere tüm eğitim kurumları Diyanet İşleri Başkanlığı ve bir kısım dini vakıf ve derneklerle imzalanan onlarca protokolle dinsel kuşatma altına alındı. İmamları ve din görevlilerini okullara taşıyarak, bütün okulları ÇEDES adı altında din eğitimi veren adeta imam hatip okulu yapmaya çalışıyorlar.
ÇEDES projesi ile okullar ile camilerin işlevlerinin karıştığı bir süreci yaşamaya başladık. 2021 yılında, kamuoyunda iktidar ortağı bazı partilerin programlarında belirttikleri “ahiret öncelikli eğitim” tartışmaları ile eş zamanlı olarak, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime sahip Çıkıyorum Projesi İşbirliği Protokolü (ÇEDES)” ile 842 ilkokul, Ortaokul ve Lise ’ye “manevi danışmanlık” adı altında imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu öğreticisi görevlendirmesi yapıldı.
Bu Protokole göre, “manevi danışman” olarak imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu hocaları, MEB’e bağlı okullardaki öğrencilere “değerler eğitimi” verecek. Protokolün, pilot bölge seçilen İzmir, Tekirdağ ve Eskişehir’de uygulanmaya başlaması üzerine, laik eğitimden yana olan eğitim sendikaları, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları, öğrenci ve veliler, uygulamaya karşı basın açıklamaları yanında toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile düzenledikleri mitinglerle tepki gösterdiler. Bu projeye karşı mücadele, her geçen gün yükseltilerek sürüyor…
Protokole Ayrıntılı Bakış
ÇEDES protokolünde projenin amacı öğrencilerin “bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamak...” olarak ifade ediliyor.
Pedagojik formasyonu olmayan din görevlilerinin öğrencilere “Değerler Eğitimi” vermesinin öngörüldüğü, okul içinde ve dışında öğrencilerle çeşitli faaliyetler yürütülmesini hedefleyen projenin paydaşları Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı. Projeye göre okullarda, değerler eğitimi verilmek üzere “değerler kulübü” kurulması ve katılımcı öğrencilerin “temsilci öğretmenler” tarafından belirlenmesi öngörülmüş.
Projenin merkezleri arasında Diyanet Gençlik Merkezleri, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı gençlik merkezleri ve MEB’e bağlı resmi okullar yer alıyor. Proje kapsamındaki etkinlikler, “İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin onay vermesi” halinde protokol taraflarınca sağlanan okul dışı mekanlarda da gerçekleştirilebiliyor. Protokolde “ÇEDES Uygulama Mekânları” diye tarif edilenlerin hangi mekanlar olacağı yönünde ise herhangi bir tarif ya da kısıt bulunmuyor. Şimdiye dek gerçekleşen birçok uygulamada, camiler ve müftülüklerde yapılan etkinlikler öne çıkıyor. Diyanet Gençlik Merkezleri’nde yürütülecek faaliyetlerde görev alacak personel ve gönüllü öğrenciler ise il, ilçe müftülüklerince belirleniyor. Bu gönüllü öğrenciler, müftülüklerce genellikle iki abi ve iki abla şeklinde seçiliyor.
Protokolde;
• Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün;
• İl ve ilçe müftülüklerinin;
• Diyanet gençlik merkezlerinin (Diyanet İşleri Başkanlığı Gençlik Çalışmaları Yönergesi kapsamında faaliyet gösteren merkez);
• Manevi danışmanların (Diyanet gençlik merkezlerinde manevi danışmanlık ve rehberlik hizmeti veren din görevlisi);
• Gönüllü rehber öğrencilerin (Diyanet İşleri Başkanlığı Gençlik Çalışmaları Yönergesi kapsamında Diyanet çalışmalarına isteyerek katılan üniversiteli ve liseli öğrenciler)
• Diyanet görevlisinin (Diyanet İşleri Başkanlığı)
ana aktör, belirleyici, etkin, yönlendirici olduğu bir sürecin düzenlendiği, Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nün ise, yan rolde, belirleyici olmaktan çok uzak bir konuma yerleştirildiği görülüyor. Bu haliyle protokol, değerler eğitimi bölümünün Diyanet kadrolarına bırakıldığı adeta bir tür kayyım atanmasına benziyor. Kayyım kim? Eğitim ile ilgili hiçbir pedagojik formasyona, liyakate sahip olmayan Diyanet kadroları; imamlar, vaizler, din görevlileri... Sanki Milli Eğitim bünyesindeki bu işin eğitimini almış öğretmenler değerler eğitimi veremezmiş gibi.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın belirleyici konumda bulunduğu “seminer, kamp, gezi, piknik, iftar, sinema” gibi etkinliklerin sıralanması; verilmesi planlanan eğitim boyutunu ve yaşamın her alanına dokunmayı hedeflediğini göstermektedir. Bu gerçekte belli bir yaşam tarzına yönelik ideolojik eğitimdir. Aldıkları eğitim, görev ve yaklaşım bakımından; kendi yaşamlarını da büyük olasılıkla dinsel kurallar çerçevesinde yürüten din görevlilerinin, bu etkinliklerde, değerler eğitimini sadece dinsel boyuta özgülemeleri, geriye kalan boyutlarının (tarihsel, sosyolojik, geleneksel, evrensel, bilimsel vb.) ihmal edilmesi söz konusudur. Nitekim şu ana kadarki uygulama da bunu göstermektedir.
Bu bağlamıyla da, ÇEDES projesinde, laik ve bilimsel eğitimin tamamen dışlandığı, uzmanlık alanları din ve dinsel ögeler olan Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin etkin biçimde eğitim sisteminin içine dahil edildiği görülmektedir.
Benzer protokoller vakıf ve dernekler ile de yapılmaktadır. Örnek olarak, Millî Eğitim Bakanlığı ile Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) arasında da protokol imzalanmıştır. Bu protokole göre ortaokullarda eğitim gören öğrencilere, sosyal, kültürel, sanatsal, bilimsel, sportif ve teknolojik etkinlikler yapılacağı, yarışma ve kurslar düzenleneceği belirtiliyor. Bu kapsamda ortaokullarda “Değerler Eğitimi Kulübü”, liselerde ise “Kültür ve Medeniyet Kulübü” kurulması isteniyor. Kulüp danışman öğretmenlerinin TÜGVA Temsilcileri ile iş birliği halinde çalışacakları ifade ediliyor.
Bu dinsel danışmanlar Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın KYK yurtlarında da çalışmaya başlamıştı. 2022 yılında Akdeniz Üniversitesi kampüsündeki KYK yurtlarında kalan üç gencimiz intihar etmiştir. Gazete Duvar’ın 18.06.2022 tarihli yayınında “Üç Öğrenci İntihar Etti. Manevi Danışmanlık Bitti: Onları Sisteme Kurban ettik” başlıklı haberine göre; Bir ayda üç öğrencinin intihar ettiği Akdeniz Üniversitesi kampüsü içindeki yurtlarda “manevi danışmanlık son buldu ”Öğrenciler Yurtlarda “dini baskı” yaşadıklarını söyledi “Denilmektedir. KYK yurtlarında Halil Gülcan 11 Mayıs 2022’de, Emre Kandemir 21 Mayıs 2022’de, Muhammet Kaya ise 10 Haziran 2022’de intihar etmiştir. Bir ay içinde gerçekleşen üç intihar sonrası KYK yurtlarında “manevi danışmanlık” uygulamasına son verilmiştir.. AÜ Kampüsünde yer alan Bezmialem Valide Sultan ve Elmalılı Hamdi Yazır Öğrenci yurtlarında bulunan ofisin önündeki “manevi danışmanlık” tabelaları da kaldırılmıştır. Yurtlarda “manevi danışman” yerine öğrencilerin sorunlarını dinlemek üzere psikologlar görevlendirilmiştir. “ denilmektedir.
Geçtiğimiz günlerde ise Milli Eğitim Bakanlığı bir başka skandala imza atarak okullarımızı, siyasi partilerin gençlik örgütlenmelerine açtı. MEB Hayat Boyu Öğrenme Merkezi, MHP’nin yan kuruluşu ve Gençlik örgütlenmesi olan Ülkü Ocakları ile “Yaygın eğitim faaliyetleri kapsamında genel, mesleki ve teknik kurslar düzenlenmesi...” için protokol imzalamıştır. İmza ve yürürlüğe giriş tarihi 31 Aralık 2024, Sayı: E-26022156-030 03-123232774 olan bu protokol 2 Şubat 2025 tarihinde dağıtım, gereği ve planlaması için İzleme ve Değerlendirme Daire Başkanlığı’na, Programlar ve Öğretim Materyalleri Daire Başkanlığı’na, Ülkü Ocakları Eğitim ve kültür Vakfı’na gönderilmiştir.
Bu protokol ile okullar ve eğitim, siyasi partilerin ideolojik propaganda alanları haline getiriliyor. İktidar ortağı olan bir partinin gençlik örgütlenmesi olan Ülkü Ocaklarının sivil toplum örgütü olarak gösterilmesi ve okullara girmesine izin verilemez. Okullar, siyasi faaliyet alanı değildir.
Bütün bu protokollerde Anayasa tarafından verilen bir yetkinin devri söz konusudur. Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim konusundaki anayasal görevini Diyanet’e, İktidarın büyük ortağına yakın cemaat ve vakıflara, iktidarın küçük ortağının gençlik örgütüne devredemez. Yine çocuklarımızın anayasal bilimsel ve laik eğitim alma hakkını ellerinden alamaz. Bu bir fili işgaldir.
ÇEDES ve Diyanet Temelli Bu Projeler Hukuka, Eğitimin Temel İlkelerine, Çocuğun Üstün Yararı İlkesine Aykırıdır
ÇEDES de, bu protokoller de hukuksuzdur: Anayasamıza, yasalara ve yönetmeliklere açıkça aykırıdır. Laik ve bilimsel eğitime karşıttır. Anayasamızın laiklik ilkesine, hukuk devleti ilkesine ve onların gerektirdiği eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine aykırıdır. Eğitim sistemini dini esaslara, bir ya da birkaç siyasi partinin ideolojik eğitimine göre biçimlendirme girişimi, çocukların üstün yararı, eğitimde fırsat eşitliği ve eğitbilimin temel ilkelerini bozmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasanın ikinci maddesi gereği: “Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik LAİK ve sosyal bir hukuk Devletidir”.
ÇEDES, Anayasanın din ve vicdan özgürlüğünü ve esaslarını düzenleyen 24. maddesine aykırıdır.
Anayasa 24. madde; “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” hükümlerini içermektedir.
c) Anayasa’nın 42/III md.si:
“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükmünü içermektedir.
d) Anayasa’nın 174. maddesi, 03 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanununu “Devrim Kanunu” olarak kabul etmiş ve Anayasal güvence tanıyarak, Anayasal üst norm haline getirmiştir. Bu yasa bilindiği üzere ülkemizde “eğitimin birliği” esasını getiren ve eğitim verme yetkisini Anayasa ve ilgili mevzuat çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı’na veren bir yasadır. Ülkemizdeki çoklu eğitim sistemine son vermiş ve laik eğitim devriminin temelini oluşturmuştur.
Milli Eğitim Temel Kanunu’nun e1) 2/I maddesi: “Türk Milletinin bütün fertlerini”, “1. (Değişik: 16/6/1983 - 2842/1 md.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, LAİK ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek(yi)”;
2/2 maddesi: “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek(yi)” “Türk Milli Eğitiminin genel amaçları” olarak tanımlamaktadır.
e2) 12. maddesi: “(Değişik: 16/6/1983 - 2842/4 md.) Türk milli eğitiminde laiklik esastır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” hükmünü içermektedir.
Burada kısaca özetlemeye çalıştığımız ve sadece bazı örnekler verdiğimiz Anayasa, yasa hükümleri, devletimizin ve eğitim sistemimizin temelini oluşturan en önemli ilkelerinden birinin (belki de ülkemiz koşullarını düşünürsek birincisinin) “laiklik” olduğunu, eğitimi düzenleyecek tüm hukuk normlarının “laik ve bilimsel eğitim”e uygun olmasını öngörmektedir. Bu konu tartışmasızdır. Yine bu hükümler, ülkemizde verilecek eğitimin Anayasa’da ve yasalarda öngörülen “laiklik” başta olmak üzere temel ilkelere uygun biçimde tek elden, Milli Eğitim Bakanlığı eliyle ve/veya denetimiyle verilmesini öngörmektedir.
Laik eğitimi kısaca tanımlamak gerekirse; “din etkisinden kurtulmuş olan, bireylerin dinsel inançlarına herhangi bir biçimde karışmayan ve öğretim kurumlarındaki çalışmalar ile din işlerini birbirinden ayrı tutan eğitim” laik eğitim olarak tanımlanabilir.
Ayrıca; “Laik eğitim; dogmatik değil, akılcı ve bilimsel olan eğitimdir. Okullarda hiçbir dinin ya da mezhebin kurallarının zorunlu olarak okutulmadığı eğitimdir. Laik eğitim; bağnaz olmayan, özgür düşünceli insanlar yetiştirmeyi hedeflediğinden, demokratik düzenin olmazsa olmazıdır. Laik eğitim, yalnızca din eğitim ve öğretiminin yapılıp yapılmamasıyla sınırlandırılamayacağından, aynı zamanda eğitim programlarının ve ders içeriklerinin bilimsel ilkelere dayandığı yöneticilerin ve öğretmenlerin objektif davranışlar gösterdiği eğitimdir.”
ÇEDES, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 4. ve 17. maddeleri arasında yer alan “Genellik ve eşitlik”, “Ferdin ve toplumun ihtiyaçları”, “Egitim hakkı”, “Fırsat ve imkan esitligi”, “Atatürk Inkılap ve Ilkeleri ve Atatürk Milliyetçiligi”, “Demokrasi Eğitimi”, Laiklik”, “Bilimsellik” gibi Türk Milli Eğitiminin Temel İlkelerine aykırıdır.
ÇEDES protokolü tehlikelidir: Ülkemizin imzalayarak iç metin haline getirdiği Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, devletin bütün işlemlerinde öncelemeyi ifade eden “çocuğun üstün yararı ilkesi”ne aykırıdır. Eğitbilimden yoksun, çocuklara nasıl yaklaşılacağını bilmeyen yetişkinleri okullara sokmak, verdikleri denetimsiz ve müfredata aykırı eğitimin, travmatik etkilerini de düşününce bu ideolojik projeler, ülkemizin geleceğini tehdit etmektedir.
ÇEDES protokolü öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin mesleki itibarına da hakarettir. Öğretmenlik yasada açıkça tarif edildiği üzere bir uzmanlık mesleğidir. Eğitim-öğretim eğitimcilerin işidir. Bu görev başkalarına devredilemez. Bakanlık, eğitim- öğretim işlerini Müftülükler, Gençlik ve Spor il ve ilçe müdürlüklerine, özel dernek ve vakıflara bırakamaz.
Okullarımızda öğrencilerimizin yetiştirileceği her alanda rehberlik ve branş öğretmenlerimiz dururken, manevi danışman, aile ve eğitim rehberi gibi alan dışı kişilere asla izin verilemez. Okulların rehberlik birimleri imamlara açılamaz. Eksik kadrolar atama bekleyen öğretmenler arasından giderilir. Eğitim Fakültelerini bitirmiş 800 bine yakın öğretmenimiz atama beklerken, alanında uzman eğitimciler dururken eğitimle ilgisiz kişi ve yapıları eğitim sistemimize sokmak kamu kaynaklarını savurganca kullanmaktır.
Okullarda temizlik hizmeti yetersizken, öğrencilere temiz içme suyu sağlanamaz günde bir öğün yemek bile verilmezken, depreme karşı güçlendirilmesi gereken pek çok okulun eksikleri giderilmemişken, okulların yetersiz derslik sayısı artırılmazken, eğitimin maliyeti velilere yüklenmeye çalışılırken; Milli Eğitimin bütçesinin Diyanet ve çeşitli vakıflara aktarılmasının mantıklı bir açıklaması yoktur.
Nasıl Bir Değerler Eğitimi? ÇEDES Uygulamalarından Örnekler
Eğitim; bilgi ile donanarak irdeleme, sorgulama, analiz etme, çözümleme ile düşünme yeteneğinin ve kişiliğin geliştirilmesi, yetkinleştirilmesi sürecidir. “Demokrat insan”ın, demokrasi değerleriyle,laik, bilimsel eğitimle yetişmeleri, akıllarının özgürleşmesi, dinsel baskı görmemeleri hayatidir ve demokrasimiz için büyük önem taşımaktadır.. Bu koşullarda ÇEDES projesi demokratik insan yetiştirebilir mi? Ya da başka biçimde sorarsak din görevlileri, imamlar demokrat insan yetiştirebilir mi? Özgürlük ve eşitlik mi öğretirler, itaat ve biat mı?
Diyanet’in vereceği değerler eğitiminin, yalnızca dinsel değerler ve özel olarak da yalnızca Sünni İslam inancına uygun olacağı baştan bellidir. Nitekim uygulama da bu yöndedir. Çocuklar üzerinde baskı kuran, Anayasal görev tanımında bütün dinlere eşit yaklaşımda bulunması gereken ve fakat gerçekte tamamen İslamiyet dininin Sünni mezhebine göre örgütlenmiş bulunan Diyanet İşleri Başkanlığının eğitimde bu derece etkin hale gelmesi, dinsel alandan gelen baskılara karşı korunması gereken ve çok farklı inanç kimliklerinden gelen ailelerin çocuklarının din ve vicdan özgürlüğünü de ihlal eder niteliktedir.
Yapılan bilimsel araştırmalara göre, yaşları itibariyle eğitbilimsel olarak soyutlama yeteneği gelişmemiş, soyut kavramları anlamlandırma ve içselleştirme konusunda narin ve kırılmaya açık çocukları; değerler eğitimi adı altında yaşamın her alanına değinen “cennet-cehennem”, “Ölüm-ölüm sonrası yaşam-ahiret” gibi ilahiyatı ilgilendiren soyut konuların etkisi altında bırakmak, psikolojik anlamda travmatik sonuçlar doğurabilir.
Nitekim öyle de olmuştur. Uygulamada Milli Eğitim Bakanlığı’nın ÇEDES projesinin çağdışı, laiklik ve eğitbilim karşıtı etkinlikleri çocuklar üzerinde baskı oluşturan bir aşamaya gelmiş, veliler çocuklarını MEB uygulamalarından koruma sürecine girmiştir. Eğitimin dinselleşmesi ve laik eğitime saldırı yanında ÇEDES artık çocuklarımızın duygusal ve psikolojik gelişimine zarar verecek başka bir boyuta geçmiş, çocuklarımızın ruh sağlığını tehdit etmeye başlamıştır.
ÇEDES uygulaması kapsamında camilere götürülen çocukların tabutların etrafında döndürülmesi, sınıflarda maket Kabe yapılarak şeytan taşlama ritüelinin sergilenmesi, çocukların üzerlerine kefen örtülerek sergilenen oyunlar, yine çocukların eline bıçak vererek kurbanın nasıl kesileceğinin öğretilmesi, mezarlık ve cami temizletilmesi çocukların gelişimi için hiç de uygun olmayan uygulamalardır.
Örneklerin birinde, Kars Merkez İmam Hatip Ortaokulunda ÇEDES projesi kapsamında “sabır” konusunu işlemek için okulda maket mezar kurularak annesini kaybeden bir öğrenciye maket mezar başında ağıt yaktırılmıştır. Eğitim uzmanları, maket mezar mizanseninde çocuklara travma yaşatıldığını söyleyerek, “Okulun ağıt yakmayı öğretmekle, nasıl ağlanacağını prova etmekle ne işi olur?” diye soruyor...
Okulun sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “ÇEDES projesi değerler kulübü ocak ayı sabır temalı etkinliğimiz gerçekleştirilmiştir. Öğrencimiz vefat eden annesine özlemini sabır temasıyla sahnelemiştir” denilmiştir.
Kocaeli ilimizdeki ÇEDES uygulamasında bir anaokulunda derse imamlar girmiştir. İstanbul’da bir İmam Hatip Lisesinde “Filistin’e destek” temasıyla tiyatro gösterisinde öğrenciler yere yatırılarak üzerleri kefenle örtülmüştür. Küçük kız çocuklarının başları kapatılırken, erkek öğrenciler asker kıyafeti giymişlerdir. Isparta’da bir ortaokulda kurbanların nasıl kesildiği gösterilip eline bıçak verilen bir öğrenci, hayvanı kesiyormuş gibi yapmıştır.
Bir çok okulumuzda ÇEDES kapsamında öğrencilere ve öğretmenlere “sabah namazı” organizasyonları yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Yine yakın tarihli bir örnek olarak 18 Aralık 2024 tarihinde “Arapça Günü Etkinliklerinde” çocukların eline silah verildiği görüntüler ortaya çıkmış ve tepki yağmıştır. Silahların oyuncak olması, öğrenciler üzerinde oluşturacağı etkiyi hafifletmiyordu elbette. Bundan birkaç gün sonra da, 30 Aralık tarihli gazetelere yansıyan; “ÇEDES yine devrede: Kan, kefen. Silahlar sahnede” başlıklı habere göre (Gazete Duvar), Manisa Kula Jeopark Ortaokulu’nda düzenlenen gösteride sahnede kanlı kefen sergilendi. Kanlı kesik kol ve bacak maketlerinin de kullanıldığı gösteride çocukların ellerine oyuncak silahlar da verildi.
Gazze’deki katliam konulu bu tiyatroda Noel’i simgeleyen çam ağacı da sahneye konulup, hemen yanına “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da onlardandır” ayetini yazarak, ülkemizde Noel’i kutlayan Hristiyan ve Yahudi inancına mensup kendi yurttaşlarımızı ötekileştiren mesajlarla Filistin müsameresine yılbaşını alet etmek gibi eğitimde yeri olmayan bir davranış sergilendi.
Bu davranışın değerlere, toplumsal barışa hizmet etmediği gibi, ne denli tehlikeli bir yaklaşım olduğu açıktı. Nitekim bu uygulamaya eğitim dernekleri ve sendikalardan büyük tepki yağdı.
Bu tip uygulamaların ne eğitbilimsel ne psikolojik ne de bilimsel yönden olumlu bir sonucu olamaz. Biz çocuklarımıza hayatın gerçeklikleriyle ilgili bunları mı öğreteceğiz?
Eğitbilimciler, bu tarz uygulamaların çocukların psikolojisi üzerine çok derin etkiler yaratabileceğini ve çocukların zihninde onarılmaz yaralar açabileceğini söylüyor. Çünkü bu eğitimler uzman eşliğinde takip edilmezse, çok daha yüksek bir travmaya yol açabilir. O mizanseni izleyen çocuklara da aynı travma yaşatılmaktadır ki bu da kabul edilemez.
Çocukların yeri okul, imamların yeri cami ve dinsel görev yerleridir. Okullar, çocukların hayata hazırlandıkları yerdir. Camiler ise hayat sonrasına, ahirete… Milli Eğitim Bakanlığı, ÇEDES uygulamasıyla okullar ile camilerin işlevlerini karıştırmıştır.
Din, sorgulamadan kabullenmeye, biat etmeye, sadakat ve inanca dayalıdır. Bilim ise kuşkucudur, sorgular. İktidarın ÇEDES adı altında uygulamaya çalıştığı bu çarpık projeyle bilimden uzak, dünyaya kapanık, özgürce düşünmekden uzak, sorgulamadan, eleştirmeden biat eden bir kuşak yaratılmak isteniyor.
Din görevlileri tarafından verilecek sözde “değerler eğitiminin” çocuklar açısından bir özgürleşme sağlamayacağı, onları nesneleştireceği, edilginleştireceği açıktır. Değerler eğitimcisi olarak sunulan dini görevliler, İmamlar, vaiz ve vaizeler, eğitimci değil, aktarıcıdır. Din bilgisi dersleri zaten yeterli formasyona sahip öğretmenler tarafından verilmektedir. Dolayısıyla ÇEDES uygulamasının çocuklarımıza ve ülkemize kazandıracağı bir şey yoktur. Kaybettiğimiz/ kaybedeceğimiz ise çocuklarımızın bilimsel donanımla nitelikli yetişmesi ve ortak geleceğimizdir.
Sonuç Yerine: O Halde Ne Yapmalı/Neyi Önermeliyiz?
Laik, kamusal, karma, zorunlu ve nitelikli eğitim üç temel hat üzerinden hedef alınmış durumdadır. Birinci adımla kamusal eğitimden uzaklaşarak eğitimde özel okullaşma, eğitimin piyasalaştırılması ve ticarileşmesi sözkonusu… Buna, kamu okullarında eğitimin hak olmaktan çıkarılıp adım adım satılığa çıkartıldığı bir süreç eşlik ediyor. Yemek, ulaşım, temizlik vs…İkinci adımla kamu okullarında çocuklarımıza “Mesleki eğitim” seçeneği
(- seçeneksizliği demek daha doğru olur-) ile imam hatipler veya çocuk yaşta işçiliğe mecbur bırakan, okul, öğretmen , zorunlu ve kesintisiz eğitimi ortadan kaldıran MESEM’ler dayatılıyor. Çocuklarımız, artan yoksulluk ve eşitliksizlikle, seçeneksiz ve çaresizlikle karşı karşıya bırakılıyor. Her üç çocuğumuzdan biri örgün eğitim dışına çıkıyor. Mesleki eğitim adıyla öğrencilerin öğretmen ve okulla bağı kopartılarak çocuklarımız sermaye için bedava işgücü haline getiriliyor. Üçüncü adımda ise, imam hatip ya da MESEM dışındaki seçenekteki kamu okullarında zorunlu hale getirilen seçmeli din derslerine ek olarak müfredat değişimi, ÇEDES ve benzeri protokollerin sonucunda eğitimin laik, bilimsel niteliği tamamen yok ediliyor.
Ne yazık ki gelinen süreçte veliler, demokratik kitle örgütleri ve eğitim sendikaları ile birlikte, çocuklarımızı ve eğitim sistemimizi, Milli Eğitim Bakanlığının hukuk dışı uygulamalarından korumaya çalıştığımız bir süreci yaşıyoruz. ÇEDES hukuka ve anayasanın başta laiklik ilkesine aykırıdır. Onda kuşku yok ve iptal edilmelidir. Bu amaçla birçok demokratik kitle örgütü ve eğitim sendikası dava açtı. Biz de beş avukat arkadaş ( Av. Mehrigül Keleş, Av. Murat Fatih Ülkü, Av. Ahu Tahmilci Kalaycıoğlu, Av. Ersoy Uluçay, Av. Hilal Elbüken) “ÇEDES Protokolünün İptali ve Yürürlüğünün durdurulması” istemiyle dava açtık.
Okullarımız siyasetin dışında kalmalıdır, siyasi partilerin ideolojik propaganda alanları değildir. Hukuk dışı her protokolün iptali için de dava açılmalıdır. Ama öte yandan da hepimiz, en temel ve hayati ortak değerimiz laiklik ve çocuklarımızın geleceği konusunda etkin, kararlı, halkımızı sürekli uyararak, onlar için doğru ve iyi olanı göstererek uzun soluklu bir mücadele yürütmeliyiz. ÇEDES ve diğer protokollerin neyi amaçladığının bilincinde olsak da bunlar ucu açık uygulamalardır. Bu uygulamanın ve fiili işgalin nereye kadar uzanacağı, kamuoyundan gelen tepkilere ve itirazlara göre şekillenecektir.
Anayasa’nın 24. maddesine göre, velilerin izni olmadan eğitim kurumu dışındaki kimse, çocuklarımıza bu tarz eğitimler veremez. O nedenle veliler bilgilendirilmeli, okul idarelerine, “Çocuğumun ÇEDES ve diğer protokoller kapsamında yapılacak her türlü eğitim, uygulama, seyahat, v.s katılmasına izin vermiyorum” şeklinde dilekçe vermeleri sağlanmalıdır.
Çağdaş, aydınlık bir Türkiye ve geleceğimiz için,ÇEDES gibi projelere karşı mücadeleyi yükseltmek, çocuklarımızı ve eğitim devriminin kazanımlarını korumak durumundayız. Laik, bilimsel, kamusal eğitim için en geniş mücadele cephesini kurmak en acil sorumluluğumuzdur. Çocuklarımızın, eğitimci niteliği taşımayan kişilere teslim edilmesini, tarikat ve cemaatlerin ve siyasi partilerin çocuklarımızın üzerinden ellerini çekmesini sağlamak, okullarımızın kadro devşirme alanı haline gelmesini önlemek sorumluluğundayız.
“Laik Eğitim, Laik Yaşam” çerçevesinde demokratik kitle örgütleri ile kenetlenerek verilecek etkili ve sürekli mücadele ile bu gerici kuşatma yarılabilir. Bu da yetmez, “Nasıl bir eğitim istiyoruz? sorusunun içini doldurmak; Tüm çocuklarımıza anayasal kamusal, nitelikli, bilimsel, laik eğitim hakkını vermek sorumluluğunda olan Milli Eğitim Bakanlığı’na gerçek görevlerini sürekli ve ısrarla hatırlatmak; görevini gereği gibi yerine getirecek, çocuklarımıza çağdaş, nitelikli, bilimsel, laik, karma, kamucu eğitim verecek kadroları işbaşına getirmek durumundayız.
Gerçek bir demokrasi için, bilgili, donanımlı, özgür düşünceli, düşünceye saygılı, bütünlüklü, hoşgörülü “demokrat insan” ı yetiştirmek zorundayız.
Çocuklarımızın, laik bilimsel eğitimle yetişmeleri, düşüncelerinin özgürleşmesi, dinsel, siyasal, psikolojik her ne şekilde olursa olsun baskı görmemeleri hayatidir. Akdeniz Üniversitesi Kampüsündeki KYK yurtlarında üç gencimizin bu uygulamadan baskı görerek intihar ettiklerini hiç kimsenin unutmaması gerekir. Hem cana mal olmakta hem de çocuklarımız ile ülkemizin bugününe ve geleceğine zarar vermektedir.
Eğitimde bilimin rehberliğinden başka yol yoktur. Çocuklarımızın aklı ve özgür düşüncelerinin baskılanmaksızın, bilimsel yöntemlerle, bilgiyi doğru kullanarak üretime dönüştürebilmesi, günlük yaşamda, iş içinde, değer üreterek eğitim yapmaları, bu süreçte kendilerini yeniden yaratıp dönüştürerek işini daha iyi yapacak biçimde, bütünlüklü bir donanımla yetkinleşmeleri önemlidir.
Bugün, tarihin sınavından başarıyla geçmiş böyle bir model vardır ve bu Köy Enstitüsü eğitim sistemidir...Çağın getirdiği teknolojik gelişmelerle, yapay zekayla, insanlığın ilerici birikimiyle zenginleştirilecek olan, bilgiyi iş içinde kullanarak öğrenmeyi ilke edinen, çocuklarımızın bilgiyle, sanatla, ziraatla, zanaatla, sporla bütünlüklü gelişmesini amaçlayan parasız, kamucu, laik, bilimsel, karma, nitelikli, demokratik Köy Enstitüsü eğitim sistemi…